* Roi Baudouin Stadı’nda geçen cuma oynanan ve 1-1 sonuçlanan Belçika-Türkiye maçını izlemek üzere, 68 gazeteci, TTNet Genel Müdürü Tahsin Yılmaz’la birlikte 13 TTnet yöneticisi, 7 kurumsal iletişimci, 2 PR’cı, 7 organizatör, 4 rehber, 3 otobüs dolusu 101 Türk, Brüksel’e ‘adeta değil resmen’ çıkarma yaptık.
* Maçtan bir gün önce milli formalar içindeki TTnet üst yönetim kadrosu, Genel Müdür Tahsin Yılmaz kaptanlığında ‘sahne’ aldı. Yılmaz, TTnet’in projelerini, Türkiye’nin genel internet panoramasını anlattı. Maç havasına basın toplantısında girdik. Vur vur inlesin...
* Cuma Bruges’da turladıktan sonra 20.45’teki maça yetişmek üzere 17:15’te yola koyulduk.
* Roi Baudouin, aslında 1985’te Juventus-Liverpool arasındaki Avrupa Kupası Finali’nde 39 Juventus taraftarının izdiham yüzünden ölümüne sahne olan Heysel Stadı’nın yenilenmiş hali. Kapasite 50 bin...
* Stada yaklaştıkça, maç günleri İstanbul Olimpiyat Stadı yolunun halinden farkı olmayan bir trafikte sıkışıp kaldık. Maç heyecanına “Yetişemeyeceğiz” sosu eklendi.
* Otobüs şoförüne “Baba biraz girişken olsana, sağa sola dalsana” şeklindeki ‘Türkİş’ telkinlerimiz, “Yasak” duvarına çarptı. Bu arada yanımıza gelen ful bira kasası yüklü bir otobüsteki Belçikalı sarhoş holiganlar, tüm efendiliğimize rağmen, el hareketleri çekti; pantolonlarını indirip nazik popolarını sergiledi. Hiçbir otobüsün camı, çerçevesi inmedi.
* Berbat trafikte sağlı, sollu atraksiyonlar yapan araçlardan yalnızca Türk bayrakları sallanıyordu.
* Yetişme endişesi giderek yükselen tansiyon formunu aldı. Rehberlerimize inip yürüyerek gidelim telkinimiz de duvara tosladı. Saldırıya uğrayabilirmişiz.
* Otobüsümüzün Hollandalı sorumlusu müthiş bir çare buldu. Scooter’lı tombiş bir polisin trafiği baypas ederek bize stada kadar eskortluk yapmasını sağladı.
* 20:35’de Roi Baodouin’in kapısına ulaştık, biletlerimizi gösterip stada girdik. Ama o da ne? Çevremizi saran polis ve özel güvenlik, giremeyeceğimizi, tribünün Belçikalılara ayrıldığını söyledi. Brüksel’den katılımlarla 120 kişiyi bulan kafilemizin biletleri Belçika tribününden alınmıştı.
* Dünya diplomasisinin başkentinde, kafile liderlerinin diplomatik girişimleri sonuç verdi ve polis, yerimize oturmamıza izin verdi. Üzerimizdeki milli formaları çıkarıp, bayrakları dışarıda bırakacağız. Hatta üzerimizde Türkiye’yi çağrıştıran kırmızı, mırmızı hiçbir şey olmayacaktı.
* Formalar çıkarıldı, bayraklar bırakıldı ve polisler eşliğinde koşar adım tribündeki yerimize doğru yola koyulduk. Stad ful ama yerlerimiz bomboş, bu da ilginç! Koltuklarımızda birer Belçika bayrağı bizleri bekliyor.
* Belçika tribününde bir Türkiye adası oluştu. Çantalardan yedek formalar, bayraklar çıktı, Belçikalıların şaşkın bakışları altında adamız bağımsızlığını ilan etti. Bizim için zoraki bu eylemin futbol literatüründe bir adı var: Taking End. İngiltere’de fanatik taraftar grupları, atkı ya da forma giymeyerek rakip taraftarın tribününe sızar, içeride renklerine donanırdı. Birkaç yıl önce Fenerbahçe taraftarları da İnönü’de benzer operasyon gerçekleştirmişti.
* İşte o anda Belçika’nın golü geldi. Belçikalıların yumruk ve parmak şovlarına hedef olduk. İki metre ötemdeki biri, bana anlamadığım bir şeyler haykırdı. Ruhumu okşamadığına emindim. Efendilik bizde kalsın, mecburen; gözlüklerinden utan Belçikalı...
* Heysel Faciası zihnimi kurcalamaya başladı. Maçı kazanırsak, ‘Heysel 2’nin yaşanması olasılık dışında değildi. Güvenlik de anlamış olacak ki, bizi kale arkasındaki Türk tribününe nakletmek için yine bir diplomasi trafiği başlattı. Kabul edip, kale arkasına yola koyulduk. Bu arada Türkiye’nin gol attığını, stada çöken sessizlikten anladık. Maça gelip golümüzü görememiştik.
* Neyse, Türkiye tribübündeki 5 bin Türk arasındaki yerimizi aldık. Bu arada bir tek bizim tribünden sahaya şişe ve ele geçen ne varsa yağması, meşale yakılmasını yadırgamadık. Maç sonunda elde kalan meşaleler yakılıp, yanar halde staddan ayrılan Belçikalılara fırlatıldı. Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik...