‘Quartet’iyle çıkardığı albümü ‘Ümitvar Mavi’ şerefine konuştuğumuz Türkiye’nin en iyi saksafonistlerinden Yahya Dai, müzisyenlerin sıkıntılarına ışık tuttu. Dai, “Annem ve arkadaşlarım olmasaydı bu albümü yapamazdım” dedi
Onunla -uzaktan da olsa- ilk kez 1990’ların ortasında severek dinlediğim Asia Minor’ın albümleriyle tanıştım. Birkaç yıl önceyse Saroz’daki çadırlı bir dalış kampında elimi uzattığım üç motosikletçiden biri adının Yahya Dai olduğunu söyleyince dinleyici olarak tanışıklığım düşük yoğunluklu bir arkadaşlığa dönüştü.
Yahya Dai Quartet olarak ilk albümü ‘Ümitvar Mavi’yi geçen aralık çıkaran Dai’yle Galata’da Gündoğdu kahvesinde buluştuk; albümü ve Türkiye’de müzisyenlerin sıkıntılarını konuştuk.
* Neden ‘Ümitvar Mavi’?
Aslında Datça’da denizin en sığ noktasından derinleştiği noktaya doğru giderken, arada biraz daha koyu bir ton. Kimisi ürker, “Çok derin, laciverte yakın ton” diye. Halbuki o ümitvar mavi insanın içine ümit, sıcaklık, keyif veren bir ton. Benim için denizi, tatlı derinliği, güveni, mutluluğu temsil ediyor. Bir ara eve o renk bardaklar aldım. “Ne kadar ümitvar bu mavide” dedim ve ailecek kullandığımız bir terim kaldı.
Albümeyse parçalardan bir tanesinin adını vermek yerine genel havayı tarif eden bir şey düşündük. Bu dönemin en büyük sendromu umutsuzluk. Mottom ‘ümitvar mavi’nin albüme çok yakışacağını düşündüm.
* Albümü nasıl sınıflandırabiliriz?
Çağdaş funk faktörleri de caz faktörleri de var. Mesela yıllarca birlikte çalıştığım üstat Tuna Ötenel için ‘Waltz for Ötenel’ diye bir parça var; ballad formunda. Dün Oğuz Büyükberber evdeydi; ona sordum albümü, “Bence bu bu zamana kadarki çizgini anlatıyor” dedi ki, katılıyorum.
* Bir caz albümünün başarı kriteri ne?
Yıllar sonra da keyifle dinlenebilir olması. Döneminin özelliklerini, müzisyenin o dönemlerini yansıtabilmesi. İşin belge tarafı önemli. Çünkü özellikle bizim ülkemizde caz dünyasının bir kapana kısılmışlığı var. Avrupa ve ABD’ye açılma şansımız çok sınırlı. Avrupalı müzisyenler, Türkiye veya Ortadoğu’dan gelip kendilerine dahil olacak müzisyenlerle ilgili hep şöyle bir beklentide: “Ortadoğu’dan lokal değerlerinizi koruyup gelin.” Dikkat edersen Burhan Öçal, Okay Temiz, Erkan Oğur gibi yurt dışında aranan isimlerin çoğu bu toprakların kültürünü taşıyan, yansıtan sanatçılar. Bizse batıdan çıkagelen caz kültürünü yaşamaya, yaşatmaya çalışıyoruz.
2-3 bin satan bir albüm, plak şirketine yük olmaktan kurtulmuş, müzisyenin de cebine biraz para bırakmış bir albümdür. 5-6 bin satarsa belki bir sonraki albümünün kayıt masraflarını da çıkarabilir.
* Yine bir araya gelme olasılığı var mı?
Teklif olursa, yeniden bir araya gelebileceğimizi Kamil söyledi aslında. En son 2003’te New York’ta Central Park’ta çaldık. 2003’e kadar beraberdik. İlk konser Viyana’da son konser New York’ta oldu. Avrupa’da gitmediğimiz ülke çok az. ABD’de iki turne yaptık, birinde 7 eyalet 14 konser şeklinde. Türkiye’de de çok yerde çaldık.
* Kendi adına albüm düşünüyor musun?
Albüm yapmak meşekkatli bir iş; annem olmasaydı bu albümü çıkaramazdım. Kayıtları ve miksi yapan Ömer Göksel olmasaydı bu albümü yapamazdım. Müzisyen arkadaşlarım olmasaydı bu albüm olmazdı. Öte yandan birçok caz müzisyeni zaten imece usülüyle yardım ediyor. Ama bir albüm çıkarmak en az 4-5 bin TL. Stüdyo maliyetini filan saymıyorum bile. Bahsettiğim rakam git-gel, posta, yemek, iletişim gibi masraflar. Caz albümü gibi çok satmayan projeleri değerlendirecek, en az müzisyen kadar inançlı ve cesur şirket bulmak da zor.
CAZ SOLCU BiR MÜZiKTiR
* Farklı müzikal arayışların var mı?
Caz müzisyenliğini solculuğa benzetirim biraz. Solun söylemi yenilenmek, açık fikirli olmak, tutuculuktan uzak durmaktır. Sağ da olan değerleri korur. Klasik müzik, Türk sanat müziği, sağ bir müziktir. Onun gram notasını değiştirirsen ustalar der ki, “Aa böyle yapılmaz. Bilmem kimden beri bu böyle çalınır.” Ne yazık ki Türkiye’de solun sıkıntıları Türkiye’deki caz müziğinde de var. Nispeten tutuyucuz; olanı yapabilmeye yönlenmişiz.
Asia Minor’da benim için tamamen farklı bir çalışmaydı, ufkumu çok açtı. Ama özellikle etnik müzik ya da makamlı müziğe kendimi çok yatkın görmüyorum. Tabii ki elimden gelen şeyler var. Bazı etnik projelerde çaldım. En son Janet&Jak Ensemble da çaldım, ki onlar sefarad müziği yapıyor. Keza Ayşe Tütüncü’yle, Kürt türkülerinden, Girit şarkılarına uzanan bir yelpazede çalıştım. Bunlara açığım. Caz müzisyenlerinin önemli kısmı açık fikirli. Ama bir de yatkınlık meselesi var. Herhangi bir blues orkestrasında rahat edebilirim belki ama mesela bir heavy metal ekibinde mutlu olmayabilirim.
Öte yandan funk fusion ve afro-amerikan müziğine ilgimin uzantısı olarak bilgisayarla yapılan işleri daha çok merak etmeye başladım. Bahsettiğim ‘B Planı’ projemden de aslında öyle bir şey çıkıyor. Sahnede laptopumla interaktif şekilde çalıyorum. Muhtemelen sonraki proje de bu ‘B Planı’ olacak. Ana akım dediğimiz 40-60’lar arasındaki caz anlayışından bakan dinleyici pek hazzetmeyebilir; amaç benim samimi olmam.
“ÖNCE BiZ, SONRA TOPLUM KAYBEDER”
* Senin gibi usta bir müzisyen nasıl bir geçim standardı yakalıyor?
Kulüplerde müzik yaparak geçinmek ağzınla kuş tutmak kadar imkansıza yakın. Hayalim şuydu; biraz ders vereyim, biraz kulüplerde, biraz özel etkinliklerde çalayım. Bunların hepsi kümülatif olarak bana, kredi kartını ödeyememek ya da arabama benzin koyamamak gibi sıkıntılar yaşatmasındı. Hanlarda, yatlarda gözümüz yok; insan gibi yaşayacağımız standartlarda sevdiğimiz işi yaparak varolmak en büyük idealdi.
Ekonomik durgunluk ve batı kültürüne olan mesafeli duruş bugün azınlık kültürü sayılabilecek olan caz ve tüm diğer serbest müzik yapan kitleyi gerçekten zorlayan bir durum. Bu zorluklar altından kalkılamaz hale gelirse, önce biz sonra toplum kaybeder diye düşünüyorum.
BiR MÜZiSYENiN BiR DEPO BENZiN ENDEKSi
* Bir yıl önce, kulüplerde çıkan müzisyenlerin sıkıntılarına dikkat çeken deklarasyonunda bir depo benzin hesabın dikkatimi çekmişti. Anlatır mısın?
Özel etkinliklerin dışında, haftalık program dahilinde mesela Nardis veya Alt, Hayal Kahvesi gibi yerlerde çalarak yıllarca geçimimi sağladım. 1994’te şöyle bir hesabım vardı; bir kulüpte çalmamın ardından yevmiyemi aldığımda arabamın deposunu doldurabiliyordum. Bu bir referans noktasıydı. Bugün bir depo benzin arabanın büyüklüğüne bağlı olarak 200-250 TL arasında. Ancak son birkaç yılda ödemeler ciddi şekilde azaldı. Bırak enflasyon karşısında olması gereken zamları filan. Şu anda ortalama 100-150 TL arasında paralar alıyoruz.
Kulübe arabayla gelsen park ediyorsun 15 TL, yemek yiyorsun 15-30 TL. Kabaca zaten 45-50 TL, o kulübe gidip eve dönmen arasında harcadığın para. Tamam kulüpte çalmak tek çalışma yöntemimiz değil. Ama bizi biz yapan, bizi en samimi halimizle dinleyiciyle kavuşturan çalışma ortamı aslında kulüpler. Biz kulüpte çalıp, kendimizi var edemiyorsak gerisi yalan. Yılda bir, iki kez yapılacak kültürel etkinlikleri mi bekleyeceğiz? Ekonomik olarak ciddi sıkıntı yaşıyoruz. ,
FOTOĞRAFLAR: HÜSEYiN ÖZDEMiR