26.10.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
MiRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL
Antakya’yı kısaca özetleyerek başlayalım: kasapberberkahve-kasapberberkahve-kasapkasap-berberberber. Sokakta yürüyoruz, sağda bir berber solda bir berber. İki dükkan sonra bir berber daha. Köşede kasap, karşısında bir kasap, çaprazda bir tane daha.
Berber derken hem erkek hem kadın berberi bunlar. Hepsi de dolu. Erkekler namütenahi sakal traşı oluyor bu şehirde. Kadınlar da lüle lüle, taksi şoförü diyor ki: “Bizim hanımlar süslüdür.”
Antakya bu yıl çok gündemde, özellikle de Halep’le birleştirilen bir yeme-içme rotası olarak. Ama sebebi ziyaretimiz, gırtlağa değil sanatsever ruhumuza hitap ediyor: 2’nci Antakya Bienali 15 Ekim’de açıldı.
Bienali Antakya Akademisi Derneği düzenliyor, küratörler Arzu Yayıntaş ve Dessislava Dimova. Pek kimsenin haberi yoktu, ama 16 ve 17 Ekim günlerinde Antakya, Türkiye ve Avrupa kültür aktörlerinin de merkeziydi. Çünkü Anadolu Kültür, Savon Otel’de Yerel Kültür Politikaları toplantılarının üçüncüsünü yaptı.
Bienal konusunda daha fazla bilgiye haiz olduğumu söyleyip konuya gireyim. Bienalin ana noktası Antim İş Merkezi, başlığı ise ‘Anlayışınız için teşekkür ederiz.’ Bu, aslında Simon Kentgens’in şehirde kamusal ve özel müdahalelerin hayatımıza nasıl nüfuz ettiğini anlatan çalışmasının adı.
Antim’den içeri girince “İstanbul’dan mı geliyorsunuz?” sorusu, pek de Antakyalı ziyaretçilerinin olmadığının işaretiydi zaten. (Yoksa üzerimizdeki İstanbul yazılı tişörtlerin mi?)
Bienalde etkileyici, zekice işler var. Muhammad Ali, Emel Sıkar ve Nalan Yırtmaç’ın işleri aklımda kaldı mesela.
‘Hıristiyanlığın üç numarası’
Hıristiyanlar için çok önemli bir yapı var Antakya’da, St. Pierre Kilisesi. Haç dağına oyulmuş bu mağara-kiliseyi ilk Hıristiyanlar gizli toplantıları için kullanmış. Kiliseyi gezerken bir başka gruba rehberlik yapan arkadaşa göre “Aziz Pierre Hıristiyanlığın üç numarası”. Vatikan bu Ergenekon söylemine ne der bilemiyorum. Aziz Pierre’in dinin yayılmasında en etkili kişilerden biri olduğu kesin.
Zamanınız genişse, şehir merkezinden iyice uzaklaşacağınız bir program yapabilecek durumdaysanız, İskenderun’a deniz kıyısına da gidebilirsiniz. Ya da Samandağ’da M.Ö. 300 yıllarına ait Titus Tünelini görebilirsiniz.
Daha da fazla zamanım var derseniz, Halep yalnızca 110 kilometre ötede. Yine taksilerle sabah gidip akşam dönmeniz mümkün. Pasaportları unutmayın, Suriye vize istemiyor ama pasaport şart.
BeşşAr Esad, Hz. Meryem, Hz. Ali ve Atatürk yan yana!
Yiyip içtiklerim fazlasıyla ‘benim oldu’, gezip gördüklerimi anlatayım. “İlle Harbiye’ye gidin” dedi birileri. Peki. Antakya’da bir taksiye binip dura kalka gitmek en kolay gezme yöntemi. Taksimetre açmıyorlar, saatlerce gezip İstanbul’da Levent-Üsküdar arası ödeyeceğiniz parayı ödüyorsunuz. Üstelik konuşkanlar, şehri ballandıra ballandıra anlatıyorlar, “İyi ipekçi hangisi?”, “Nereden ne alınır?” söylüyorlar.
Harbiye’deki şelaleler meşhur. Tabii bizim algımız Niagara Şelalesi boyutunda olunca, iki metrelik şelaleye fıskiye gözüyle bakmak kaçınılmaz oldu. Harbiye’nin güzel zamanı yaz belli ki, kavurucu sıcakta ayaklarınızı suya sokup yemek yiyorsunuz. Etraf incik boncuk, satılık ıvır zıvır kaynıyor. Küçük halı portreler en revaçta olanlar. Seçki biraz garip yalnız: Beşşar Esad, Hz. Meryem, Hz. Ali ve Atatürk yan yana!
Şehir merkezinde görüleceklerin başında Mozaik Müzesi geliyor. Binlerce yıllık mozaikler, sikkeler, küpeler, yüzükler. Ne var ki müze dökülüyor. Rutubetten duvarlar da mozaikler de kabarmış. Aydınlatma diye bir kavram oraya hiç uğramamış. Şehirde yürüme mesafesinde görebilecekleriniz arasında Protestan, Katolik, Ortodoks kiliseleri, Havra, Ulu Camii ve Habibi Neccar Camii de var. Evet, yanyanalar. Ama “farklı kültürler ve dinler bir arada yaşar” cümlesi pek gerçekçi değil.
Antakya’nın en kalabalık noktası Uzunçarşı. İpekçisinden kasabına, oyuncakçısında tencere-tava satanına ne ararsanız var.
Antakya’nın kralı: Künefe
“Sanat karın doyurmuyor” diyenlere vandal deyip geçmeyin hemen. Bienaldeki işin yeri ayrı, içli köftenin (Antakya’da adı oruk) yeri ayrı. Antakya mutfağı için en çok önerilen lokantalar Anadolu ve Sultan Sofrası. Oruk, zeytin salatası, zahter, humus, ezme, tepsi kebabı ‘yemeden dönmeyin’ listesinin demirbaşları.
Antakya’ya özgür hafif bir tatlı arayışındaysanız Haytalı şahane. Su muhallebisi, vanilyalı dondurma ve gül suyundan müteşekkil; Affan Kahvesi’nide nefis yapıyorlar.