23.08.2012 - 21:43 | Son Güncellenme:
NEŞE MESUTOĞLU / nese.mesutoglu@milliyet.com.tr
150 bin ‘Beyaz Rus’un hüzünlü hikayesini, büyük yengesi İstanbul’a gelen ilk Beyaz Ruslardan olan Jak Deleon, ‘Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar’ isimli kitabında anlatıyor. İşte, kitaptan seçtiğimiz satırbaşları
1917 Devrimi’nden sonra dünyanın yedi bucağına dağılan Beyaz Ruslar, önce ilk durak, ardından özgürlüğe uzanan köprü olarak Türkiye’yi gördü. Bu seçimin iki nedeni vardı. Birincisi; çoğunluk için en yakın ve en güvenli ülke Türkiye’ydi. İkincisi; Osmanlı’nın engin hoşgörüsü ve konukseverliği dünyaca meşhurdu. Hatta bir göçmen şunları söyleyecekti: “Rusya’dan kaçarken hep şunları düşündük: 1492’te İspanyol engizisyonundan kaçan yahudilere kapılarını açan tek ülke Türkiye’ydi. 1920’lerde de bizi geri çevirmeyeceklerdi.”
Rus ordusuna “Beyaz Ordu” deniyordu. Devrimden sonra Sovyet Ordusu “Kızıl Ordu” adını aldı. 1917’den sonra iltica eden Rusların neredeyse tümü Beyaz Ordu subayıydı. Çarlık ordusunda subay olmak için mutlaka bir asalet unvanına sahip olmak gerekirdi. Bu yüzden 70 yıl öncesinin İstanbul’u; ‘Baron-Albay’, ‘Kont- General’ ve ‘Grand Dük’ten geçilmiyordu.
“Spassibo İstanbul! Şükran İstanbul! Bize kollarını açtın, barındırdın, iş buldun, hayatımızı kurtardın! Seni hiç unutmayacağız, dünya güzeli şehir!” sözleri, 1924 yılında Babok ve Oğlu Matbaası tarafından basılan ‘Spassibo’ isimli kitabın önsözünde yer alıyordu.
İstanbul’da Beyaz Rus olgusu 1918 yılından 1940’lara kadar yaşandı. Beyaz Rusların varlıklarını en çok hissettirdikleri yıllar, 1920-1924 arasıdır. Bu yıllarda Beyoğlu, Beyaz Rus istilasına uğramış gibiydi. Ana caddeler üzerinde kabareler, arka sokaklarda pavyonlar açılıyor, Rus lokantalarının masaları kaldırımlara taşıyor, şarkılı ve danslı şovlar İstanbul gecelerine renk katıyordu. Beyoğlu’nun ön yakasında eski düşesler votka sunarken, arka yakasında Odessa ve Kiev genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlıyordu.
Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zafer Toprak, mütareke yıllarında İstanbul genelevlerinde 171 Rus kadının çalıştığını açıklar: “Mütareke İstanbul’u etnik çeşitlilik açısından çok zengindir. Tüm kozmopolitiyle İstanbul, işgal kuvvetlerinin yanı sıra, 200 bine yakın göçmen Rus’u misafir eder. Ekim Devrimi ertesi kapağı İstanbul’a atan Beyaz Ruslar, kentin gece hayatına renk katar. Her türlü varyete Rus kızlarındadır. Wrangel ordusu kalıntıları İstanbul’a pavyonu, gece kulübünü getirir. Tombalacı Rus kızları kahvehane kahvehane dolaşarak Osmanlı erkeklerine şans dağıtır.” (Tarih ve Toplum, Mart 1987, sayı 39, sayfa 32)
Beyaz Rus kadınlar, İstanbul’a geldiklerinde olay yaratmışlardı. Genelde duru beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü olan bu kadınlar başı açık geziyor, kısa ya da ‘kloş’ tabir edilen etekler giyiyorlardı. Saçları kısacık kesilmişti. Buna da ‘çan kesimi’ deniyordu. Kimileri saçlarına tülbent sararak ‘Rus başı’ modasını başlatmıştı... İstanbul’a gelen ‘Avrupa görmüş’ Beyaz Rus aristokratlar, son modayı da beraberlerinde getirmişler, terzilik yapan İstanbullu şık hanımefendiler arasında rağbet görmüşlerdi.
İstanbul Ansiklopedisi’nde şöyle yazar Reşad Ekrem Koçu: “Beyaz Ruslar İstanbul tarihçesinde önemli bir hatıraya sahiptir... Bu muhacir Beyaz Rusların büyük ekseriyeti Çarlık Rusya’sının en yüksek, görgülü, bilgili tabakasına mensuptu. İstanbul’da iş konusu olarak ilk düşündükleri şey, büyük şehrin mahrum olduğu eğlence yerleri açmak oldu. Bu arada İstanbul’un ilk barlarını açtılar. Açtıkları eğlence yerleri hakikaten kibar sanat mahfilleri oldu... Ak sakallı yarbaylar, albaylar, generaller, memleketinde malikaneler bırakmış zenginler, Beyoğlu Cadde-i Kebir’inde, boyunlarında basit tahta işportalar, kibrit, sigara, çikolata ve karamele sattılar.”
Beyaz Rus kadınlarının İstanbul’a gelişiyle birçok ailede huzursuzluk başladığı anlatılır. Gerçekten de Beyaz Rus kadınlar son derece zor anlar yaşadı. Çarın sarayında her türlü lüks ve konfora alışık kadınlar, Beyoğlu’nda garsonluk yapıyor, daha az şanslıları Galata pavyonlarında kokain satıp kendini pazarlıyordu. Aralarında bulaşıkçı düşesler, tuvalet temizleyici kontesler, hastabakıcı baronesler, dadılık yapan nedimeler vardı. Bir bölümü boynunda sigara tablası, Pera’da bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, kimi de gazete satıyordu. Beyaz Rus kadınlarının övgüye değer yanı, iş ne olursa olsun çalışmaktan çekinmemesiydi. 4 İyi, hoş, güzel anlamına gelen Rusça sözcük ‘haraşo’, Rus lokantalarında, barlarında, pavyonlarında, kabarelerinde, pastanelerinde sıkça duyulurdu. İstanbullular özellikle sarışın ve beyaz tenli Rus kadınlarına ‘haraşolar’ adını takmıştı. Haraşo kelimesi, gazete köşelerine, fıkralara ve karikatürlere kadar girmişti. Her Beyaz Rus evindeyse, ‘haraşo bohçası’ vardı. Bir gün ana vatanlarına dönebilme umuduyla yaşayan Beyaz Ruslar’ın bohçalarında, çarlık döneminden kalma kağıt paralar vardı. Görkemle rezaletin harmanlandığı ‘haraşo fırtınası’ Beyaz Rusların çoğunun Fransa, Amerika ve Arjantin’e vize almasıyla duruldu. Vize alanların arasında Gürcü Prensi Medivani de vardı. İstanbul’da kalanlarsa yatırım yapmayı başaranlar veya bir Türk’le evlenenlerdi.
İstanbul’da 1920-1924 arasında gösteriler düzenleyen Rus bale topluluklarının dekorlarını tasarlayan Bobritzky’nin yapıtları şaheser kabul ediliyordu. Sanatçı Mesut Cemil, Radyo Dergisi’nin
Ocak-Şubat 1949 sayısında, “Hepsi Fransa, Almanya ve Amerika’ya giden bu artistler en kıymetliler-indenmiş. O zamandan beri yüksek ve modern bale sanatı namına, görüp görebileceğimiz bunlardan ibaret kaldı...” diyor.4 İstanbul’da ilk otomobilleri 1910 yılından sonra görüyoruz. Taksicilik mütareke yıllarına denk düşer. 1920’lerin sonlarında İstanbul’da yaklaşık 700 otomobil vardır ve bir bölümü taksi olarak çalışmaktadır. 1920’lerin ortalarında birçok Beyaz Rus’un şoförlük yaptığını görürüz. Bu şoförlerin neredeyse tümü Beyaz Ordu’nun mekanize birliklerinin subayları ve zırhlı sürücüleriydi. Bir bölümü oto tamircisi açmayı tercih etmişti. İstanbul trafiğinde ustalığını kanıtlayan Beyaz Rus şoförler, kısa zamanda Beyoğlu’nun gözdesi olmuştu. Bunun bir nedeni de, Rus şoförlerin tüm kabare, bar ve pavyonların yerlerini bilmeleri ve önerilerde bulunmalarıydı.
Pera Palas Oteli salon orkestrasının şefi ve kemancı Pavel Alexeyevich Zamoulenko, çoğu Beyaz Rus müzisyen gibi 1920 sonbaharında gelmişti İstanbul’a. Gerçek bir virtüöz olarak ün salan sanatçı, özellikle Çaykovski, Beethoven, Liszt, Schubert, Borodin, Rimsky-Korsakov gibi bestecilerin yapıtlarından bölümler yorumlarken yoğun alkış alıyordu.
Büyükbabası Çar Nikola’nın votka çeşnicibaşısı olan opera sanatçısı Vladimir Petroviç Smirnoff, ailesinin formülünü 800 yıldır koruduğu votkayı İstanbul’da üretmeye başladı. Dünyanın en ünlü markalarından olan votkasının üretimi için daha sonra Paris’i seçti.