Geçtiğimiz hafta oğlumun bahar tatili için Londra’ya gittik. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, şehrin çocuklar için sunduğu opsiyonlara bayıldım. Neredeyse her müze, onlara ücretsiz giriş imkanı sağlıyor. Meşhur Hyde Park’ın dışında, adım başı harika parklar var. Mutlaka hepsinde 1-2 kaydırak ve çocukların tırmanabileceği alanlar yapılmış. O kadar çok ve büyükler ki, rahat rahat oynayabiliyor. Çocukla seyahat etmek için gerçekten müthiş bir şehir.
Müzikaller, kukla şovları ve kitapçılarda her gün ayrı bir hikaye saati derken, tam bir aktivite cennetinde buluyorsunuz kendinizi. İki katlı otobüse binmek, elektrikli bisikletlerle yakın mesafelerde seyahat etmek, Thames Nehri’nin kenarında yürüyüş yapmak, Londra Köprüsü’nden geçmek, her adım ayrı bir eğlence sunuyor çocuklara... İşte buyrun, bu seyahatimizde oğlum Ali’yle severek yaptığımız aktiviteler:
Buckingham Sarayı: Önünde her gün ‘muhafız değişim seromonisi’ gerçekleşiyor. Bando eşliğinde görev değişimi yapan muhafızları izlemek, miniklerin çok hoşuna gidiyor. Eğer çocuğunuz ‘Minions’ filmini izlediyse, bu gösteriyi özellikle çok beğenir.
Little Angel Tiyatrosu: Islington’da bulunan tiyatroda, özellikle 2-5 yaş arası çocuklar için 45 dakikalık harika kukla gösterileri sergileniyor. Kısa sürdüğü için minikler, dikkatleri dağılmadan izleyebiliyor. Gelen herkes küçük çocuklu olduğu için gösteri sırasında gürültü yaparsa da, utanıp sıkılmadan rahat rahat izleyebiliyorsunuz. Gösterilerin kitapları da satılıyor ve tatil sonrası okumak çok keyifli oluyor.
London Transport Müzesi: Trenden taksiye, otobüsten bisiklete kadar birçok ulaşım aracının sergilendiği harika bir müze... Aynı zamanda birçok ücretsiz aktivite de oluyor. Çocuğunuz vasıtalara meraklıysa, mutlaka gidip görün derim.
National History Müzesi: Londra’nın en güzel müzelerinden biri. Minikler için tam bir cennet. Özellikle içinde yer alan dev boyuttaki T-Rex, dinozor seven çocuklara ideal. Bahçesindeki ufak lunapark ise, müze çıkışında çocuklara ayrı bir eğlence sunuyor.
Aladdin: Ali’yle ilk uzun müzikal deneyimimiz, Prince Edward Tiyatrosu’nda sahne alan ‘Aladdin’ oldu. 2.5 saat sürdüğü için yedi yaşının altındaki çocuklara biraz uzun gelse de, yine de çok eğlenceliydi.
Prenses Diana Parkı: Hyde Park’ın içinde bulunan Prenses Diana Parkı, benim de Ali’nin de favori parklarından biri. En çok sevdiğim tarafı ise tamamen doğal olması.
Yeni keşiflerimTabii Londra’ya kadar gitmişken, yeni restoranlar da keşfettim. Şehirde her gün bambaşka bir ülkenin mutfağı deneyimlemek, yeni lezzetler keşfetmek mümkün...
Chicama: Chelsea bölgesinde bulunan bir Peru restoranı. Yemekler nefis, atmosferi ise çok rahat.
Ikoyi: Londra’nın oldukça şık bir bölgesi olan Mayfair’de. Batı Afrika mutfağı servis ediliyor. Öğle yemeğindeki degüstasyon menüsünü denedim. Bol baharatlı yemekleri farklıydı. Oğlum Ali yemek konusunda esnek olduğu için zorluk yaşamadım, ancak çocuklar için biraz deneysel olabilir.
Bar Boulud: New York’ta yaşarken sıklıkla gittiğim bir restorandı. Fransız Şef Daniel Boulud’un yemeklerini daha rahat bir atmosferde deneyebileceğiniz bir yer. Özellikle hamburgerini tavsiye ederim.
Borough Market: Dünyanın en eski ve büyük pazarlarından biri. Taze sebze meyve, balık ve et alışverişi yapabileceğiniz gibi, birçok farklı sokak lezzetini de deneyimleyebileceğiniz, dev bir pazar. İçinde Türk marketi bile var. Sahibinden, özellikle yabancıların Türk kahvesini çok sevdiğini öğrendim.
Eğer yemeğe meraklıysanız, Borough Market’a en azından iki saat ayırmanızı tavsiye ederim. Ördek konfit sandviçi ve Bread Ahead adlı pastanenin donut’larını mutlaka denemenizi öneririm.