09.03.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
SERCAN KISMET
Fadik Sevin Atasoy, ‘The Sixth Degree’ filmiyle Hollywood’a adım attı. Jessica Morris ve Mackenzie Astin gibi isimlerle filmin başrolünü paylaşan Atasoy, Los Angeles’taki hayatını anlattı.
Amerika’da nasıl bir düzen kurdunuz?
Oyuncu olarak en önemli enstrümanım ruhum ve bedenim. Bazılarına son derece sıkıcı gelen, hatta bazı Türk arkadaşlarımın algılayamadığı bir yaşam biçimim var. Los Angeles’ta her şey sağlıklı yaşam üzerine kurulu... İlk yerleştiğim yıllarda dışarıda yediğim her şey son derece şekerli geliyor, ne yesem şişkinlik yapıyordu. Eskiden makarna bile pişiremezken, mutfakta bir beslenme uzmanına dönüştüm. Onun dışında her sabah yogaya gidiyorum. Hafta sonları mutlaka açık havada yürüyüş, bazen ise okyanus kenarında paten yapıyorum.
Bir gününüz nasıl geçiyor?
Son iki ayım, çekimlerini yeni tamamladığım, ‘The Sixth Degree’ sinema filminin hazırlık aşaması, çekimleri, röportajları ve filme bağlı etkinliklere katılmakla geçti. Cuma ve cumartesi akşamları ise sergi açılışlarıyla davetlere katılıyorum. Bu aralar her şey takvim ve saate bağlı ilerliyor.
İstanbul’daki çevrenizi ve ailenizi özlemiyor musunuz?
Bu konuda kendimi çok şanslı sayıyorum. Sevdiğim bütün dostlarım geldi ziyaretime. Annem buradaki tek kişilik oyunumun açılış gecesine katılmıştı. Bu sene Türkiye’den gelen projelerden birkaçına, ‘Evet’ deme kararı aldım. Amerika’daki projelerimi yaza kadar tamamlayıp, Türkiye’ye film çekmeye geleceğim.
Amerika’daki yaşam, kariyerinizi nereye taşıdı? Bir dönüm noktası olarak değerlendiriyor musunuz?
Artık buranın bir parçasıyım. Kimi geceler ağlayıp bitap düştüğümde yalnızlığıma tutunarak, ‘Devam kızım’, ‘Dayan kızım’ diyen iç sesime sarıldım. Türkiye’de kalıp mevcut şöhretim ve konumum sayesinde sadece cebimi doldurmaktan öte kendimi riske atarak hayallerimi, limitlerimi ve yeteneğimi büyütmenin peşine düştüm. Amerika’ya gelme riskini göze alarak bedelini de ödedim.
Amerika’ya gittiğiniz için pişmanlık duydunuz mu?
Açıkcası, hiçbir yerden hiçbir yere göç etmiş ya da terk etmiş hissetmiyorum. Kendi yüreğimin sesine inanarak yola çıktım. Kendime kavuştum, artık evimdeyim.
Amerika’da yapım şirketi açtınız. Türkiye’den oyuncu getirecek misiniz?
Red Case Entertainment olarak ‘İstanbul Designers’ markasını yarattık. Türkiye’de film yapmak isteyen iki Amerikalı şirketin proje danışmanlığını yürütmekteyiz. Nisan sonu gibi de Türkiye’deki başarılı kadın yönetmenlerimizin yer aldığı bir projeyi hayata geçirmek üzere kolları sıvadık.
Sahnelediğiniz müzikalden bahseder misiniz?
Amerikan tiyatrosunun önemli yönetmenlerinden Chez Rea Adams yönetti. Müzikler ve şarkılar Emir Işılay’a ait. Kostümler Mike Vensel, teknik kadro tamamen Amerikalı.... ‘Muse 90401’, tek kişilik oyunumla Amerika’da bir ilke imza attık. Hem İngilizce olarak bir oyunu tiyatro sahnesinde oynamak hem de yazarı olarak olumlu geri dönüşler almak beni çok cesaretlendirdi.
‘600 kişi içinden seçildim’
‘The Sixth Degree’ filmiyle Hollywood’a adım atınız. Birçok oyuncunun hayalidir, siz neler hissediyorsunuz?
Hollywood sektöründeki ilk başrolüm. Artık SAG, yani oyuncular sendikasına bağlı bir oyuncuyum. Bu role aday olan 600 kişi içinden seçildim. Yönetmen 600 kişinin showreel’ini izliyor, ‘Yok bulamayacağım Drea’yi’ diyor. ‘Elimdeki son görüntüyü de izleyip öyle bırakayım’ deyince beni izliyor. Bana sonradan, ‘Seni izledim ve ekrana kitlendim’ diye anlattı.
Nasıl bir karakteri canlandırdınız?
Drea, filmin başrollerinden biri... Amerikalı bir erkekle evlenmiş, güçlü, ayakları üzerinde durabilen bir fotoğraf sanatçısı... Bir çocuk annesi, yabancı uyruklu. Set son derece profesyoneldi. Oyuncu sendikasına bağlı bir proje olduğu için 12 saatten fazla oyuncuyu çalıştırmak yasak. İnsani koşullarda herkesin işini profesyonelce yaptığı bir ortamda çalıştım. Bu rahatlığı hayal bile edemezdim.
Kendinizi şanslı görüyor musunuz?
Rolü almamın üç sebebi var. Birincisi, sabırla inandım, risk aldım ve vazgeçmedim. İkincisi; yeteneğimi donattım, çalıştım, ürettim ve hep yarattım. Üçüncüsü ise şans, doğru yer, doğru zaman ve doğru insan.
Türkiye ve Amerika’daki sinema sektörü arasındaki farklar neler?
Amerika endüstriden öte, bu işin kökü, kültürü ve geçmişi... Asıl önemli olan işle ilgili ahlakı ve etiği değiştirip, geliştirmemiz. Oyuncunun sadece güzel bir yüz seçmekle, senarist diye tanıdık birine torpil geçmekle, yapımcıların ise para koyup ‘Ben bilirim’ demekle olmadığını kavramamız gerekiyor. Burada ajanslara, ‘Lütfen iyi oyuncu olsun. Manken görünümlü olmasın. Gerçek insana benzesin’ diye not yazıyorlar.
‘Ülkem için umudumu kaybetmiyorum’
Amerikan halkının son dönemde müslümanlara bakış açısı iyi değil. Bu sizi etkiliyor mu?
Herhangi bir olumsuzluk görmedim ve şahit olmadım. Los Angeles, farklı etnik grupların hoşgörüyle karşılandığı şehirlerden biri.
Türkiye gündemini takip ediyor musunuz? Neler düşünüyorsunuz?
Ülkem için umudumu kaybetmiyorum. Güzel günler göreceğimize ve tüm karanlığın sona ereceğine inanmak istiyorum.
Hayatınızda biri var mı?
Evet var. Şimdilik çok mutluyum.
Amerikalı biriyle evlenir misiniz? Yoksa her zaman için Türk erkeğinin yeri başka mı diyorsunuz?
İnsanın hangi coğrafyadan geldiğinden öte nasıl bir yürek taşıdığı önemli.