“Bir kitap okudum hayatım değişti” sözü yine bir kitaptan aklımda kalmıştır... Ne de olsa hâlâ okumak her derde deva diye düşünenlerdenim.
Aynı düşünceyle bu hafta iki kitap okudum, hem zihnim açıldı hem algım tazelendi. İlki Prof. Dr. Dikmen Gürün’ün kaleme aldığı ‘Tiyatro Benim Hayatım: Yıldız Kenter’in Hayat Hikayesi’...
1920’lerden başlayıp 2000’lere uzanan, Türk Tiyatrosu’nun yakın tarihinin en önemli tanığından biri olan bu özel çalışma için emeği geçen herkese bir kez daha teşekkürler.
Yıldız Kenter gibi dev bir sanatçının hayatını okumak, tiyatro için verdiği inanılmaz mücadeleyi daha yakından öğrenmenin yanı sıra bir kadının ayakta durmak için gösterdiği dirayetin, gücün farkına varmak demek. Bu hikayede beni en çok etkileyen Kenter Tiyatrosu’nu kurmak ve yaşatmak için Yıldız Hoca’nın yaşadıklarının anlatıldığı bölümler oldu.
Kendi tiyatrolarını kurmak Kenter’in en büyük düşü olmuş. Kenter Tiyatrosu’na fon sağlamak için hiç görülmemiş bir yol izleyerek, koltuk satmak için kapı kapı dolaşması, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e kadar gitmesi, bir dostunun söylediği gibi, ‘tiyatroyu yaşatmak için yaptıkları bir ölümlünün ömrüne sığacak işler değil’miş gerçekten.
Gelin görün ki, 1960’lardan 2000’li yıllara gelen Kenter Tiyatrosu bugün iyice sessizliğe gömülmüş durumda. Türk Tiyatrosu için bir anıt olduğunu düşündüğüm bu mecra korunmalı, Yıldız ve Müşfik Kenter’in adıyla yine tiyatro olarak yaşatılmalı. Çünkü geriye kalan ömründe sanata, tiyatroya ve hayatımıza kattığı değer için Yıldız Hoca’ya olan gönül borcumuzu ancak böyle ödeyebiliriz.
DERDİ DÜNYA OLANIN DÜNYA KADAR DERDİ VARDIR
Beraberlikler sürmüyor, çiftler ayrılıyor. Anti depresan kullanımı artıyor. Ne oluyor böyle? Neden mutsuzluk, veba gibi dört koldan etrafımızı sarıyor?
Bu sorularla dolaşırken bir bakıyorum yoga dünyasının en güler yüzlü eğitmeni Mert Güler’in kitabı ‘Aşkla Gülümse’ raflarda yerini almış ve ilk haftadan çok satanlar arasına girmiş. Vardır bir hikmeti diyerek, Mert Hoca’yla bir kahve sohbeti için ricacı oluyorum. Sohbetten bana kalanları da sizinle paylaşıyorum:
- İnsanlar mutsuz çünkü anlam arıyorlar. Tedirginlik ve korku hakim çünkü sevgide buluşamıyorlar.
- Hayat yemekten, içmekten, üremekten ve çalışmaktan daha fazlasını gerektiriyor. Dünyevi işler ise bizi aşktan uzaklaştırıyor. Yunus Emre ne güzel demiş: Derdi dünya olanın, dünya kadar derdi olur.
-İlişkilerimizde diğerini suçluyoruz. İlişkileri icat ediyoruz. Kafamızda kurguladığımız kalıplara uydurmaya çalışıyoruz ama olmuyor. Ve hayal kırıklığına uğruyoruz. Önce kendimizi, sonra da karşımızdaki insanı keşfetmeliyiz. Bunu yapamadığımız için heyecan bitiyor, ilişki rutine dönüyor. Buna, ‘duygusal uyuşukluk’ deniyor.
- Duygusal uyuşukluk aşılabilir mi? Bu sorunun cevabını bulmak için karşınızdaki insana ‘Değer mi?’ diye sormalısınız. Buna sadece kendinizi sorgulayarak değil, karşınızdakine de alan bırakarak cevap aramalısınız. Sorunun cevabı boşluksa, o zaman hiç durmamalı ve bırakıp gitmelisiniz.
-Unutmayalım, en büyük çıkışlar, çaresizlikten doğar. Biraz sarsılmak, silkelenmek gerekiyor çünkü ‘gözlerden yaş akması gerekiyor, içindeki gökkuşağını görmek için’.Gülümsemek hayata karşı bir tavır, varoluşu zarifçe kutlamak aslında. Eğer hayat bir dengeden ibaretse gelin, Mert Hoca’dan ilhamla biz de gülümseyelim.