Bu aralar çokça BKM’yi ziyaret ediyorum. Gülmeye, gülümsemeye en fazla ihtiyacımız olan bu günlerde özenli ve bir o kadar da sade gülmece, BKM’de hayat buluyor. Her perşembe ‘Ata Demirer Gazinosu’ her derde deva bir gösteri olarak yerini sağlamlaştırıyor. Demirer şarkılarla, hikayelerini bir araya getiriyor. Bana göre uzun süredir seyircinin ondan canlı izlemeyi istediği ideal şovu sunuyor.
Demirer tüm şarkıları ustalıkla söylüyor ve hiç tekdüze olmuyor. Türk sanat müziği söylerken bir kalıba, pop söylerken başka bir kalıba giriyor. 18 parçanın yanında 50 - 60 dakika kadar da şaka yapıyor, hikaye anlatıyor. Şakaları da müziğe dayanarak oluşturuyor. İşte canlı performans budur dedirtiyor. Üstelik repertuvarına eklediği yepyeni bir taklit var ki, seyircinin şaşkınlığı görülmeye değer. Epeydir siyasi figürlerin taklidinin yapılmadığını söylüyorduk, nihayet bir Sırrı Süreyya Önder taklidi geliyor ve bence ortaya ustalık eseri çıkıyor; Siyasete dokunmadan, siyasiyi sahneye taşıyor.
Demirer’in kendi anlatımıyla, canlı sahne insanı zorluyor; vasatsan aşağıya çekiyor, yukarı gitmek istiyorsan destek oluyor. O da tüm fiziksel yorgunluğuna rağmen, canlı sahnenin hakkını vermenin ayrıcalığını yaşıyor.
Bu arada, bugüne kadar sinema için yazdığı hikayelerin tümünün kaynağını yine sahne şovu oluşturmuş. ‘Eyyvah Eyvah’ serisi, ‘Berlin Kaplanı’ ve ‘Niyazi Gül Dörtnala’ sahnede anlattığı hikayelerden ve yarattığı tiplemelerden doğmuş.
Sahnedeyken seyircinin çok güldüğü Ege şivesiyle yaptığı ‘Napıyon’ şakası, ‘Hüseyin Badem’in çıkış noktası olmuş. Velhasıl, stand - up gösterisi yapmadığı 5 - 6 yılda yeni hikayeler biriktirmeye fırsat kalmamış, çünkü o sürede elindekileri beş sinema filmi için değerlendirmiş. “Peki, ‘Ata Demirer Gazinosu’ yeni bir sinema filmine esin kaynağı olacak mı?” diye sorduğumda yine gözleri parlıyor, açıkça söylemiyor ama “Var bişeyler” diyerek, en azından aklında yeni fikirler, yeni hikayeler olduğunu müjdeliyor.
Seyirci sayısı artmıyor
Ata Demirer’den yeni bir komedi filmi gelecek diye duyduğumda mutlu oluyorum. Sinemamızda, kendi hikayesini yazan, tarzını yaratan ve seyircinin ilgisini istismar etmeden seri film çekebilen az sayıdaki isimden biri olduğunu düşünüyorum. Yine de çok sayıda yerli film yapılması, bunların nerdeyse yüzde 90’ının komedi türünde olması doğru gelmiyor. Bence, yapılan işlerin birbirini tekrar ediyor olması, seyirci tarafında giderek bıkkınlık yaratmaya başlıyor. Bu konuyu Necati Akpınar ile konuştuğumda, işin rakamsal yanını anlatıyor; “Seyirci sayısı artmıyor ama film sayısı hızla artıyor” diyor. Dolayısıyla geçen seneye göre film başına seyirci sayısı geriliyor. Bakalım yapım, üretim tarafındakiler bu gidişatı durduracak yeni yaratıcı fikirler bulacak mı, yoksa bunlar sinemamız için sıkıntılı bir dönemin ayak sesleri mi?