Geçen haftanın sinema olayı, kuşkusuz Oscar’lardı. Sinemanın en büyük ödülleri için kilometrelerce uzaktan, onlarca saat farkına rağmen biz de heyecan yaptık, tahminlerde bulunduk, hatta bizim favori filmlerimiz ödülsüz kaldığında sitemkâr bile olduk.
Yanlış anlaşılmasın, ne haddimize Akademi üyelerinin seçtiklerine dil uzatmak...
Kesinlikle kinaye yapmıyorum ve samimiyetle Oscar ödülleriyle dünyanın en büyük sinema endüstrisinin tercihlerinden ne tür çıkarımlar yapmalıyız diye düşünüyorum. Nitekim Oscar ödülleri dağıtıldıktan sonra bazı fikirler kafamda daha da netleşiyor.
İşte sinemasever bir dünya vatandaşı olarak Oscarlar’ın ardından içimden geçenler;
Amerikan film endüstrisiyle dünyanın geri kalanındaki film endüstrisi arasındaki ölçek farkı hiçbir zaman kapanmıyor.
Dünyanın ahval ve şeraiti gerçekten kötüye gidiyor olmalı ki Amerikan rüyası pazarlamaya yeminli Amerikalı yapımcılar, son yıllarda ısrarla ‘kan kırmızısı kızılcık şurubu’ kıvamında hikayeleri filme çekiyor, toplumsal meseleler, sosyal içerik her zamankinden daha fazla öne çıkıyor.
-Siyasetçi de Oscar üzerinden elini taşın altına koyuyor. 2013 yılında ‘En İyi Film Ödülü’nü alan ‘Argo’yu Başkan’ın eşi Michelle Obama açıkladığında popülist bulsak da bu yıl en iyi film seçilen ‘Spotlight’ın üzerine eğildiği çocuk istismarına karşı, Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın ettiği yemin, ardından bu konuda mağduriyet yaşamış bir isim olan Lady Gaga’nın duygusal performansı yürek dağlıyor, “Sosyal mesaj böyle verilir” dedirtiyor.
Özeleştiri yapma konusunda da amaca ulaşılıyor. ‘Oscar fazla beyaz’ (Oscars so white) eleştirilerini reddetmek yerine Akademi, tepkileri, eleştirileri alıyor, çuvaldızı kendine batırıyor. Oscar töreni için görev alan siyahi sunucu geceyi ‘Beyazların ödül törenine hoşgeldiniz’ sözleriyle açıyor. Amerikan esprisi yapmıyor, ciddi konuşuyor. Kendisi de bir Afro - Amerikalı olan Akademi Başkanı gelecek yıllarda farklı etnik kimliklerden üye sayısının artırılmasından söz ediyor. Yani, Akademi ırkçı yaklaşım olduğu yönündeki tepkileri görmezden gelmiyor.
Yıllardır Oscar özlemi içindeki Leonardo DiCaprio bile, heykelciği eline aldığında, gözyaşları içinde duygusal bir konuşma yapmak yerine, iklim değişikliği konusunda mesaj vermeyi tercih ediyor.
Tek üzüntüm, önceki yıllara göre sakin, dingin ve sade bulunan Oscar töreni, az seyredilen törenlerinden biri olarak kayda geçiyor. Ama olsun, aslolan vitrin değil; mânâ olsun.
Sonuç olarak, mümkün olsa, gücüm yetse, ‘En İyi Kurgu Ödülü’nü Oscar töreninin kendisine verirdim. Elbette, hiçbiri tesadüf değildi. Tümüyle bir imaj çalışması olsa da Amerikan rüyası bir kez daha heyecan yarattı.
GÜLERİZ AĞLANACAK HALİMİZE
Sinema bir deneyim ise seyirci olarak hayatın içinden farklı hikayeleri ve gülmeceyi olduğu kadar, aşkı, hüznü, dramı, yani çeşitliliği de arıyorum. Bu çeşitlilik, gişe filmleri için de geçerli. Gelin görün ki Türk sinemasında son dönem gişe filmlerinin özellikle komedi türündeki örnekleri, sinemamızın gidişatı için kaygı veriyor. ‘Halkımızın gülmeye ihtiyacı var‘ ya da ‘yalnız komedi satıyor‘ tezlerini artık bahane olarak kabul etmiyorum ve soruyorum: Neye güldüğümüz, zekamızı yanısıtıyorsa, bu kadarı Türk seyircisinin zekasını hafife almak mıdır? Nitekim, güldürmek o kadar da basit bir eylem değil. Komedinin de kendi içinde bir sözü ve bir fikri olması gerektiğine inanıyorum. Neredeyse ‘güldürürken düşündürmek‘ klişesini özlüyorum. Mesela, hepsi birer klasik olmuş Ertem Eğilmez filmlerini, sonraki dönemde ‘Her Şey Çok Güzel Olacak‘, ‘Hokkabaz‘ , ‘Eyvah Eyvah‘lar gibi çokça kaliteli işi hatırlıyorum. Ve Türkiye’deki film yapımcılarının bu durumun farkına varıp, kaliteli po- püler yapımlara dönmelerini diliyorum.