Popülarite ile nitelik arasındaki ilişki hemen her alanda sorgulanan bir mevzu. Bu tartışma zaman zaman edebiyat dünyasında da gündeme geliyor. Hatta kitapları çok satan yazarların edebi niteliğine kuşku ile yaklaşıldığı da oluyor. Kimi zaman haklı, kimi zaman önyargılı olsa da bu yaklaşımı net bir şekilde kıran isimlerden biri Ahmet Ümit.
Ahmet Ümit’in son romanı ‘Elveda Güzel Vatanım’ aralık ayı başında yayınlandı. İlk baskı
250 bin adet yapıldı, bir solukta tükendi ve 50 bin adet ek basıldı. Üstelik Ümit bu kez tümüyle farklı tarihi bir romanla okurlarının karşısına çıktı. Dolayısıyla bu ilgi, okurun polisiye roman sevdasıyla açıklanamazdı, zaten rakamlar Türkiye’de polisiye roman satışlarının o denli yüksek olmadığını gösteriyor.
O halde neydi ilk birkaç günde oluşan bu ilginin sebebi?
Bu soruyu Ahmet Ümit’e sordum. O, kitaplarına gösterilen ilgiyi, okuyucusuyla yıllardır doğrudan kurduğu ilişkiye bağlıyor ve Ahmet Ümit adının önde olduğunu, çok satan yazar olmanın karşılığı olduğunu anlatıyor. Bunu söylemekte bir beis görmüyor.
Ümit ‘Elveda Güzel Vatanım’da, İttihat ve Terakki dönemini, 1908 - 1926 yılları arasında yakın tarihimizin dönüm noktalarından birini anlatıyor.
Üzerinde dört yıl çalıştığı, uzun araştırmalar, okumalar yaptığı, olayların geçtiği tüm şehir ve mekanları tek tek dolaşarak tamamladığı romanıyla her anlamda daha objektif bir bakış açısı yaratmaya çalışıyor.
En azından, aslında Cumhuriyet’in temellerinin atıldığını düşündüğü o yıllara dair bugüne kadar öne sürülen tezleri tartışmaya açıyor.
Çünkü İttihat ve Terakki dönemine dair üç farklı görüş var; İttihatçılar, kendilerinin mutlak olarak doğru olduğunu düşünüyor, Osmanlıcı bakış açısı İttihatçıları tümüyle reddediyor ve kötülüyor, bir de Milli Müdafaacılar var, ilk ikisinden de ayrılıyor. Ahmet Ümit, tüm bu bakış açılarından sıyrılarak, resmi tüm gerçekliğiyle ortaya koymak istiyor.
Bunu yaparken de tarihçi değil, romancı kimliğiyle yola çıktığını anlatıyor. Nitekim, Osmanlı’nın çöküşü, Birinci Dünya Savaşı ve Cumhuriyet’in ilan edildiği yıllara karşılık gelen o dönemi, bir aşk romanı kurgusuyla aktarıyor ve Boris Pasternak’ın Dr. Jivago’su gibi bir roman yazdığını söylüyor.
Yakın tarihe bir başka bakış
Ahmet Ümit’in niyeti İttihat ve Terakki’yi yargılamak değilse de, monarşiye karşı, hürriyet, özgürlük, adalet diye başlayan bir hareketin nasıl olup da dokuz ayda, muhalifleri susturan, despotik bir hale dönüştüğünü anlatmak istiyor.
İşte, belki tam bu noktada, biz de bugün hâlâ demokrasi adına yaşadığımız sıkıntıları neden çözemediğimizi düşünmek ve yakın tarihimizi bir başka bakış açısıyla okumak durumunda kalıyoruz. Bu arada Ahmet Ümit’e bir okuru olarak bundan sonra kendisinden tümüyle bir aşk romanı beklediğimi söylediğimde, her zamanki zarif tavrıyla karşılıyor ve “Neden olmasın?” diyor.