Ferhan İstanbullu

Ferhan İstanbullu

ferhanist@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yeni yılda yeni bir ben... Hep planladığım ‘Zaman Yönetimi’ seminerine nihayet katıldım. Gördüm ki sorun akan dakikalarda değil, alışkanlıklardaymış...

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü, Nişantaşı’nda hem kurumsal hem kişisel danışmanlıklar veren bir merkez. ‘Zaman Yönetimi Eğitimi’ seminerini de yıllarca kurumsal hayatın içinde yer almış, şimdi de danışmanlık yapan deneyimli yönetim danışmanı Kaya Turhanoğlu veriyor. Derse katılan herkesin ortak sorusu, zamanı nasıl yöneteceğinden çok, gün boyu maruz kalınan ‘dış müdahelelere’ karşı ne yapması gerektiği. Yoksa bir yandan anneliği, babalığı, eşliği, bir yandan çalışmayı beceren bugünün insanının zamanı yönetemediğini söylemek, bence acımazsızlık.
Görünen o ki, çalışırken insanların temposunu en çok düşüren, zamanından en çok yiyen şey; çağlayan gibi akan mail’ler. Hocamızın bir sözünü altını çizerek not ediyorum: “Sen izin vermediğin vermediğin sürece senin planını kimse bozamaz!”
“Sürekli bölünüyorum, ben ne yapayım?” dediğinizi duyar gibiyim. Onun da çaresi var. Günlük küçük planlar yapmak... Yani ‘11.00-12.00 arası hiçbir mail’e, telefona bakmayacağım. 12.30- 13.00 arası tamamen bunlara konsantre olacağım” gibi. Turhanoğlu, ısrarla her günü, her haftayı planlamak gerektiğinden bahsediyor. Bir de takvime göre hareket etmenin öneminden.
Seminer sırasında söz, herkesin diline doladığı tipik bir hayıflanma cümlesine geliyor: “Boş vaktim yok!” Hocamız Turhanoğlu, “Boş vakti olmamak, zihnin bir durumudur” diyerek bir nevi tokat atıyor yüzümüze. Katılmamak elde mi? Sabahın köründe Asya Yakası’ndan Anadolu Yakası’na yoga yapmaya gelen, oradan üst düzey yöneticilik yaptığı şirkette yoğun tempoda çalışan, çocuk büyüten, bu arada kendini geliştirmeyi de ihmal etmeyen tanıdıklarım var. Belli ki burada mesele alışkanlıklarda düğümlenip takılıyor. Öyle olması gerektiğini sandığımız için ne fuzuli işlere, ne manasız zamanlar harcıyoruz. Diğer alışkanlıklarımız gibi bu konuda da değişmemiz, zihnimizi nasıl yöneteceğimizi öğrenmekle ilgili. Fazla temkinlilik, kararsızlık, sürüncemede bırakmak, bunlar en tehlikeli zaman hırsızları. Hepsinin temelinde özgüvenimizle ilgili şüpheye düşmek var. İnsanın her şeyden önce zihnine “Ben bu işin altından kalkarım” duygusunu yerleştirmesi lazım. Bir de “Yeri geldiğinde ‘Hayır’ demeyi becermemizin vaktidir” diyerek umutla ayrılıyoruz DBE binasından... (www.dbe.com.tr)



BU OYUNU GÖRÜN!

Yönetmen olarak Mehmet Ergen’in adının geçtiği hiçbir oyunu kaçırmadım desem, yalan olmaz. Oyun, oyunculuk, dekor, dil kesin iyidir, diye giriyorum. Mehmet Ergen’in biz izleyicileri yanılttığı daha çıkmadı. Geçenlerde Tiyatro Kedi’nin Black Out Alışveriş Merkezi’ndeki (Şişli) sahnesinde bu ismi uzun kendi kısa oyunu izledim: ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi’.
İnsan tacirlerinin eline düşüp pasaportu alınan, tüm gün bir evde tutuklu kalıp fuhuşa zorlanan bir kadının hikayesini anlatıyor. Oyunun yazarı, Lucy Kirkwood. Lakin Ergen, her zamanki marifetiyle hikayeyi Antalya platformuna yerleştirmeyi becermiş. Bu denli umutsuz bir hikaye anlatırken seyirciyi gülümsetmeyi, hatta ümitlendirmeyi başaran bir oyun. Başroldeki Esra Bezen Bilgili’nin, Türkçe öğrenmiş bir Rus kadının aksanını bu denli kıvırmasını şaşkınlıkla izliyoruz. Ben Türk dizilerini genel olarak felaket bulan biriyim; o yüzden bölüm başına uçuk rakamlar alıp afra tafra yapan alaturka kadınlar nerede, bu yetenekli aktris nerede diye düşünmeden edemiyorum. (Biletler biletix’de.)