Ferhan İstanbullu

Ferhan İstanbullu

ferhanist@gmail.com

Tüm Yazıları

Geçenlerde seyrettiğim bir belgeselden bahsetmek istiyorum. Adı Herb&Dorothy, Japon yönetmen Megumi Sasaki tarafından çekilmiş. Filmde Herb Vogel ve karısı Dorothy’nin 45 yıllık sanat koleksiyonerliğinin hikayesi anlatılıyor. Çift, aralarında Donald Judd, Julian Schnabel, Picasso gibi isimlerin eserlerinin olduğu, dört bin parçalık bir çağdaş sanat koleksiyonuna sahip. Koleksiyon minimalist, kavramsal ve 60’lar sonrası Amerikan çağdaş sanatı eserlerinden oluşuyor. Buraya kadar kulağa tipik sanatsever, zengin bir çiftin hikayesi gibi geliyor, değil mi? Hikayenin seyri tam da bu noktada değişiyor çünkü Vogeller hayatlarını hayli mütevazı bir gelirle sürdürmüşler.

Haberin Devamı

Hobiden sanat eseri koleksiyonculuğuna
Bir Getty, Eczacıbaşı, Rotschild ya da Koç ailesi ferdi değiller. Emekli olana dek Herb postanede çalışmış, Dorothy ise kütüphanede. Koleksiyon yapmak, gececi olarak çalıştığı postaneden arta kalan zamanında sanat tarihi dersleri alan Herb’ün fikriymiş. Hayli orta halli bir yaşam sürmüş bu çiftin tek tutkusu, beğendikleri çağdaş sanat eserlerini almak olmuş. Ünlü sanatçı Cristo, çiftin sanat tutkusunu bir alkoliğin içkiye duyduğu arzuya benzetiyor. Müzayedelerden, galerilerden eser almaya güçleri hiçbir zaman yetmeyeceği için atölyeleri kendileri ziyaret edip, eserleri henüz isim yapmamış sanatçılardan, birinci elden satın almışlar. Bu işe 50’lerde başladıkları için, bugün eserleri milyon dolarlara satılan pek çok büyük isimle yolun başında tanışmanın avantajı da büyük olmuş. ‘Zor’ işlerin taliplisi olan çift, o dönemde moda olan pop-art eserlere güçleri yetmediği için taliplisi çok olmayan minimalist sanata yönelmiş.

SANAT AŞKI iŞTE BUNA DENiR

Yaşadıkları yer bir tür ‘çöp ev’
Filmi izlerken sempatiyle baktığınız bu çiftin hafif kaçık olduğunu da düşünmeden edemiyorsunuz. Zira Vogeller, elde avuçta ne varsa sanata yatırıyor ama Manhattan’daki tek odalı, makul kiralı evlerinde bir koltuk dahi yok. Yatak odası dışında evde tüm zamanlarını masa başında, sandalyede oturarak geçiriyorlar. Evin her köşesi, pencere pervazlarına dek aldıkları eserlerle dolu. Çoğu da yıllardır kutularda, ambalajlarda saklanıyor. Bir tür çöp eve benzeyen mekanın büyüsü, bu pasaklılığın içinde Amerikan çağdaş sanatının paha biçilemez eserlerinin saklanıyor olmasında yatıyor.
Dorothy’nin sürekli yapacak işi, görmesi gereken sanatçı atölyeleri var. Herb ise hep sakin, işleri incelerken neredeyse bir tür transa geçiyor. Çiftin çocukları yok, masrafları minimumda tutmak için geliştirmedikleri metot yok. Misal, filmde Dorothy’nin uzun uzun hesap yapıp nihayet kendine bir bilgisayar alması. Yıllar boyunca Herb’ün kazandığı parayla yaşayıp Dorothy’nin maaşını ucu ucuna ekleyerek eser satın alıyorlar. Filmde ünlü sanatçıların Vogeller’le tanışmalarının hikayesi de var. Hepsi de eserlerini sadece ‘sevdikleri için’ almak isteyen ve parayı peşin veren bu sevimli kaçık çiftten keyifle bahsediyor. Taner Ceylan’ın da en beğendiği sanatçıların başında gelen Chuck Close, filmde Vogeller’in yatağın altına sıkıştırdıkları kutular yüzünden yataklarının sürekli tavana doğru yükseldiğini anlatıyor!
Çift, 1992 yılında Dorothy’nin emekli olmasının ardından eserlerini Washington’daki National Museum of Art müzesine bağışlama kararı almış. Zira o minnacık evde değil yaşamak, adım atacak yer kalmadığı için...Tek koşulları var, çocukları gibi gördükleri eserlerin hiçbirinin satılmasını istemiyorlar.