Eloğlunun dünyanın en önemli tekne yarışı Volvo Ocean Race’i kazanmak için ne çileler çektiğini görmeye, Abu Dhabi’ye gittim...
Hafta sonu ne yaptığımı söylediğimde yelken sporuyla ilgilenenler muhtemelen benden nefret edecek! Tekneye her bindiğinde acaba karaya ne zaman çıkarız diye düşünen ben; Volvo’nun muhteşem yat yarışının Abu Dhabi ayağını izleyebilme mertebesine eriştim. (Hatta otelde unutulmam nedeniyle maalesef yarışı izlemek için bineceğimiz tekneye bir saat rötorla gittim, yedi düvelden insana da rezil rüsva oldum.) Volvo Ocean Race, üç yılda bir yapılan, tekne yarışlarının Formula’sı diye anılan bir müsabaka. 11 kişilik ekiplerin yarıştığı Volvo Ocean Race’in sonuncusu 29 Ekim 2011’de İspanya’da başlamış. 7 Temmuz 2012’de İrlanda’da bitecek. Dünyanın en uzun süren profesyonel spor etkinliği bu; tam dokuz ay sürüyor. Müsabaka sırasında hava sıcaklığı eksi 15’i de 45 dereceyi de görüyor. Yelkencilikte karşılaşılabilecek en ekstrem koşulları yarışçılar Volvo Ocean Race’de yaşıyor. (Listeye bu yıl açık deniz korsanlarının Volvo 70 teknelerini taşıyan gemiyi kaçırması da dahil!) Atlantik, Pasifik, Hint ve Güney okyanuslarını; Asya’yı, Afrika’yı, Kuzey Amerika’yı, Güney Amerika’yı ve Avrupa’yı teknelerle geçiyorlar. Dokuz ayda devrialemi gerçekleştirirken yarışçılar en az 10 kilo kaybediyor, sıvı gıdalarla besleniyor, teknelerde tuvalet bile lüks; işlerini denizde hallediyorlar. İnsan bu çileyi niye çeker diye düşünürken nihayet ötemizde beliriveriyorlar.
Ağzım açık kaldı
Elbette okyanusta karşılaştıkları dev dalgalara benzemez, ama körfezin hareketli sularında bir o yana bir bu yana deliler gibi koşturup yatan adamları gördüğümde ağzım açık kalıyor. Bu deli adamlar onlara inat bildiğini okuyan doğaya karşı suyun üzerinde jet hızıyla nasıl da ilerliyor. Sadece birbirini geçmeye çalışan tekneler yok önümde; canını dişine takmış, herhalde en küçük yanlışlarında ölecek adamların kıyasıya mücadelesi var. Sanki denizde birden balina görmüş biri gibi bakıyorum bu teknelere. Bu hızla giderek 25 gün içinde Çin’e varacaklarını düşünüyorum.
Bu şehir gerçek değil!
Abu Dhabi’de seyrettiğim, yarışın üçüncü ayağı; bu noktaya gelebilen tekne sayısı beş. Volvocular’ın yarışı seyretmek için ayarladığı tekne de Queen Elizabeth transatlantiğini aratmıyor hani. Daha küçüğü yok muydu diye soruyorum. Volvo Türkiye’nin; inanılmaz tempolu bir iş hayatını, ikiz çocukları, sporu, eğlenceyi birarada pek de güzel götürmesine imrendiğim pazarlama direktörü Ebru Ekşi de aynı konudan şikayetçi. Cevabı, Abu Dhabi’de süren gerçeküstü hayatın sağlaması sanki: “Abu Dhabi‘de tekne kiralama şirketleri neredeyse yok” diyor Ekşi; “Tekneye ihtiyaç duyan gidip kendine bir tane alıyor.” Burası bir sanal şehir. Her yerde gökdelen inşaatları. Şehrin en prestijli otellerinden Emirates Hotel’in karşısındaki iki kuleyi bizden Nurol’un yaptığını görünce gururlanıyorum. Otelin Figen Batur’un deyimiyle ‘Arap işi kitsch’liğini, benzersiz el işçilikleri de kullanılan çok kıymetli malzemeler de örtemiyor. Daha önce bana Abu Dhabi’yi heyecanla anlatanlara şaşıyorum; tamamı bitmemiş bir dekor gibi duran bu şehir hiç ‘gerçek’ değil! Paranın çok işi hallettiğinin, ama her şeye deva olmadığının kanıtı, burası. Hürriyet’in en merak edilen yazarlarından, yaşam enerjisini satırlarını okurken dahi hissettiğimiz Yonca Tokbaş’la Körfez’de denizin üzerinde tanışıyoruz. Tam 11 yıldır Dubai’de yaşıyormuş Yonca. Düşünüyorum taşınıyorum işin içinden çıkamıyorum. İstanbul’da benim gibi şehrin tam ortasında yaşamakta olan birinin, Birleşik Arap Emirlikleri’nde model bir hayatı anlaması pek mümkün olmuyor.