Crosby Caddesi’nde açılan The Crosby Hotel, şehrin en ‘cool’ oteli unvanını almış. Her telden ve yöreden detayların olduğu bir dekorasyon. Yaşadığınız yer olmasını istemeyeceğiniz kadar kalabalık bir lobi. Yine de klasik ile minimal arasında gidip gelen, standarda kitlenmiş, tekrarlayan mekanlardan biri olmamasını seviyorum. Sahipleri İngilizmiş, bu da muhtelif köşelerde Kraliçe’yle ilgili imajların, eserlerin varlığını açıklıyor. Bir de girişte ünlü heykeltraş Anthony Gormley’nin heykeli
var ki görmeye.
Şu çok konuşulan The Standart Hotel’e dair: Hiç de anlatıldığı kadar seksi, vahşi bir durum yok, burada. Bu denli büyük iddialarla tanıtılmış olması, bence sahibi, Uma Thurman’in eski sevgilisi, Andre Balazs’in pazarlama dehasından kaynaklanıyor. Hangi otelin alt katlarında perdeler açık yaşasanız, sansürlük olursunuz? Odalar makul ve mantıklı. En hoşuma giden, Paul Newman’ın Newman’s Own marka, organik krakerlerini odada bulmak oldu. Newman’ın kızı Nell Newman, Amerika’nın ilk organik gıda üreticilerinden olan babasının işini devam ettiren, çiftlikte yaşayan, şöhretle ve Hollywood’la hiç işi olmayan bir kadın...
La Esquina Brasserie, bana methedildiği kadar var. Büfeden bozma, uyduruk giriş, insana yanlış mı geldim dedirtiyor. Ardından kızılca kıyametin koptuğu bir mutfaktan, in gibi bir yere iniyorsunuz. Burayı Manhattan’in en lezzetli Meksika yemeklerini sunan yer olarak tarif ediyorlar.
Amerika’da şeflerin yarıştığı, harıl harıl yemek pişirdiği programlar acayip tutuyor. Yakında bizde de profesyonel şeflerle yapılan şovlar artacak bence. O ‘Yemekteyiz’ türü sakilliklerin yanı sıra... Iron Chef adlı programın şöhretini ikiye katladığı bir ismin, Masaharu Morimoto’nun Morimoto adlı Japon lokantası, New York’ta hala pek güncel. Suşi, hiç eksikliğini hissettiğim bir gıda değil, burada beni asıl lokantanın mimarisi heyecanlandırıyor. Tom Ford’un filmini izleyenlerin dilinde olan evi de tasarlamış olan mimar Tadao Ando’nun imzası var burada. Girişteki Japon ‘noren’ perdeleri, dünyanın en büyük örneği imiş.
Tüm bu restoran bolluğu iyi hoş da, New York’ta beslenmek için seçeneğe mahkum olsam, kesin Whole Foods organik marketleri seçerdim. İşin organiklik faslı umurumda değil. O nefis meyveler, salata barları, kaseye doldurup gidebileceğiniz sıcak yemekler, akla gelmeyecek kombinasyonlarla üretilmiş içecekler ve kozmetik ürünleri... Bundan daha gönüllü olacağım bir mahkumiyet düşünemiyorum.