‘Seçkinlerin sporu’ diye bellediğimiz golf, Antalya’da hayata iki adım geriden başlayan 80 çocuk için ‘yeni bir hayatın’ anahtarı olacak
Hafta sonunu Antalya Belek’te, İstanbul Golf Kulübü’nün de kapanmasının ardından kalan tek golf kulübümüz National Golf Club’da turnuva izleyerek geçirdim. Bu süreçte olmadık yerlerde yürümeye kalkıp beynelminel golfçü profildeki insandan azar işittim, kuş sesi harici çıt sesinin dahi yasak olduğu yerde gitti telefonum çaldı; lakin hiçbiri golf sporunu anlama yönündeki çabamdan beni geri döndüremedi.
Tek duyulan, dozunda alkış sesiydi
“Bu dünyaya ille de bir kenarından dahil olacağım” diye tutturdum, tek aklıma gelen kendime kulübün mağazasından hasır şapka (geçen hafta Rahmi Koç’un açılışta taktığından) ve de polo yaka tişört almak oldu. İsveçli, Amerikalı, Hollandalı milletten golf tutkunlarının kulübün terasında çıt çıkarmadan, çipil tenlerini ıstakoza çeviren güneşe rağmen saatlerce turnuva izlemelerini ‘gözlemledim’. Yeme-içme servisinin de sunulduğu bu ortam, benim gibi turistler (!) için de sessizliği ve müziksizliğiyle idealdi.
National Golf Club’ı dolduran türlü milletten golf severler, heyecanla ‘Turkish Airlines Ladies Open 2012’ turnuvasını izliyor. Bu yıl dördüncüsü düzenlenen müsabaka, Avrupa Bayanlar Golf Turnuvası’nın Türkiye ayağı... Turnuvayı geçen yılın da birincisi olan Hollandalı Christel Boeljon kazanıyor. National Golf Club’ı 1994 yılında Türkiye’ye kazandıran ve Belek’in golf seyahat rotaları arasına girmesinin ardındaki en önemli isim olan Bülent Göktürk’le sohbetteyiz. Kendisi ‘yeni başlayanlar için golf’ klasmanındaki sorularımı sabırla cevaplıyor.
Müthiş rakamlar
Golfün giderek kadınlar arasında da yaygınlaştığını, Belek’teki turnuvada dünyanın sayılı kadın golfçülerinin bir arada olduğunu söylüyor. Bu arada golf, dünyada futbolun ardından medyada en çok yer alan spormuş. Uzakduğu, Güney Pasifik gibi futbolun esamesinin okunmadığı memleketlerde insanlar meğer saatlerce golf müsabakaları izlerlermiş. Bu görünürlük, golfün sponsorlar nezdindeki cazibesini de açıklıyor. Bir de müthiş rakam veriyor Göktürk; geçen seneki bayanlar turnuvası, dünyada tam 800 milyon hane tarafından takip edilmiş. Bu yıl rakamın 1 milyarı bulacağı tahmin ediliyor. Tabii, gönüllerde yatan, kulübün Avrupa Erkekler Golf Turnuvası’na da evsahipliği yapabilmesi. Bu noktada bütçeler konuşuyor; konuşulan rakam da 7-8 milyon dolar civarı. Gazeteleri dolduran ve ünlü yüzlerin de mana veremediğim biçimde yer aldığı gayrimenkul projelerini düşünüyorum da... ‘Seçkin’ hayatlar sunan bu projeler için erkek golfü, en prestijli mecralardan biri olmaz mı? Ya da kendi aramızda konuştuğumuz gibi ‘Kuzey Güney’de Kıvanç Tatlıtuğ golf oynarken görülse, büyük şirketler sponsorluk konusuna farklı gözle bakmaz mı?
Golfün değiştirdiği hayatlar
National Golf Club Belek’te altı yıl önce başlayan bir uygulama, ‘Junior Academy’, bugün 80 çocuğun hayatını değiştiriyor. İlk önce çalışanların çocuklarından oluşan 12 kişilik gruba Antalya’daki Zübeyde Hanım Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan yetim, ebeveyni hapiste olan çocuklar da eklenmiş. Şimdi hepsi kulüp içinde golf eğitimi alıyor, yabancı hocadan İngilizce dersi görüyor, hijyen eğitiminden adab-ı muhaşeret derslerine; iki basamak geriden başladıkları hayatta farklı bir fırsat yakalamanın yolundalar. Elbette bu çocukların her birinin geleceğin Tiger Woods’u olacağı düşünülmüyor. Ancak yavaş da olsa gelişen golf sporunun, golf turizminin hocalara, yöneticilere ihtiyacı olacağından, bu ortalıkta neşeyle dolaşıp içimizi açan çocukların birikimlerinin de ileride işe yarayacağı da aşikar...
TANK!
Hayatta tek beğendiğim saatin yeni bir akrabasıyla tanıştım geçen hafta. Andy Warhol’dan Muhammed Ali ve Truman Capote’ye nice göz önünde, fark yaratmış insanın kolunda gördüğünüz bir saattir, Cartier Tank. Sadece sporcular ya da oyuncular üzerinden tanımlanmış, sınırlı bir ‘segment’ tarafından tarif edilmez. Cartier Tank’ler içinde en beğendiğim Cartier Française; bu saatin en yakıştığı kadın da narin bileğindeki Tank Louis Cartier’sini sadece siyah bir boğazlı kazakla kombinleyen Jackie O.’dur benim için. Geçtiğimiz hafta Tank’in İngiliz versiyonuyla olabilecek en manalı yerde tanıştık. Çok yoğun ve nazik bir güvenlikten geçerek girdiğimiz İngiliz Konsolosluğu’nun sakin ve bir o kadar ihtişamlı atmosferi, ‘Tank Anglaise’in çizgisiyle ne de tutarlıydı. Carlo Bernardini’nin minik sürprizli lezzetleri, ‘Tank Anglaise’in sofistike, modası geçmeyecek çizgileri; hepsi bir bütünlük, tutarlılık içindeydi...