Diyet yaparken ya da yediklerinize dikkat ettiğinizde sürekli konuşan bir iç sese mi sahipsiniz? Birçok birey hemen hemen her gün bunu kendine yapıyor. Çünkü birçok kişi diyet yapmayı maalesef hâlâ yasaklı besinlerin olduğu bir listeyi uygulamak olarak düşünüyor. Oysaki her zaman vurguluyorum, diyet yapmak öyle bir şey değil. Sağlıklı beslenme düzeninde dört besin grubuna et, yumurta, kurubaklagil grubu, süt ve süt ürünleri grubu, sebze ve meyvelerle tahıllar gibi her besin grubuna yer var. Sadece ana kilit noktası, porsiyon kontrolünü sağlamakta...
Diyette en çok yasak olarak görülen şeylerden biri de şeker. Oysaki sağlıklı beslenme ve iyi yaşam söz konusu olduğunda o bile yasak değil. Dünya Sağlık Örgütü günlük enerjinin yüzde 10’nu kadar şeker tüketimine izin veriyor. Bütün bu besin gruplarının içinde olduğu bir beslenme düzeniyle sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzeni mümkün. Peki neden hâlâ kendinize yasaklar koyuyorsunuz?
‘Besin polisi’ nedir?‘Besin polisi’ dediğimiz şey, diyet yapan bireylerin beyninde sürekli olarak kendisiyle konuştuğu güçlü bir ses. Aslında negatif odaklı bir ses. “Akşam 19.00’dan sonra
yemek yeme!”, “O pastayı yememeliydin!”, “Pizza yedim diyetim bozuldu!”,
“Diyettesin ama çikolata mı yiyeceksin?”...
Bu cümleler okuduğunuzda size de rahatsızlık verdi değil mi?
İşte bütün bu iş sesler aslında sizi strese sokuyor ve bu kısır döngü hem diyet yapmayı zorlaştırıyor hem de belirli besinlere karşı yoksunluk hissini tetikliyor. Oysaki bir besini kendinize yasakladığınızda o yiyeceği tüketme arzunuz artıyor.
1960-1970 yılları arasında ilk olarak psikolog Walter Mischel tarafından yapılmış bir deneyden bahsetmek istiyorum sizlere... Deney çok basit; çocuk, içinde sadece bir masa ve bir sandalye olan odaya götürülür ve masanın üzerine bir adet yumuşak şeker (marshmallow) konulur. Çocuğa birkaç dakikalığına odadan ayrılacağını, bu süre içinde eğer isterse şekeri yiyebileceği ancak yemeyip kendisinin geri gelmesini beklerse, bir şeker daha kazanacağı söylenir. Önlerindeki bir tane marsmallow’u belirli bir süre yemeden bekleyebilirlerse, daha çok marsmallow’u yemek için ödüllendirileceği düşüncesinden dolayı yeme arzularını ertelemeye çalışırlar. Fakat bu sınırlama duygusu temelde çocukların yeme arzularının artmasına da sebep olmuş olabiliyor. Diyet mantığında hareket edip kendinize yemek için izin verdiğiniz yiyecek miktarını katı bir şekilde sınırlandırdığınızda, o besine karşı bir yoksunluk yaşayıp genellikle büyük miktarlarda o yiyeceğe yönelik yoğun bir istek yaşamanızı sağlıyor.
Yine geçtiğimiz yıllarda yetişkin bireyler üzerinde yapılan başka bir çalışmada kişiler iki gruba ayrılıyor ve bir grup çikolatadan yoksun bırakılıyor. Belirli bir zaman sonra kişileri bir odaya alıp önlerine çikolata konuluyor. Çalışmanın sonunda kısıtlanan grubunun daha yüksek miktarlarda çikolata tükettiği ve yemeye başlama süresinin çok daha hızlı olduğu bulunuyor. Yani yeme arzuları diğer gruba göre daha yüksek denebilir.
Peki ne yapabiliriz?
Diyet anlayışından çıkıp, yeme farkındalığına odaklandığımız noktada aslında besin polisine savaş açmış oluyorsunuz. Yeme farkındalığı kavramını ise vücudunuzun fizyolojik olarak açlık ve tokluk sinyallerini dinlendiğiniz, duygu ve düşüncelerinizin farkında olarak, besin seçiminizi eleştirmeden ve
bu düşüncelerinizin etkisinde kalmayarak besine yönlenme olarak düşünebilirsiniz.
Aslında ne yediğinizden çok nasıl ve neden yediğinizi düşünmeye odaklanmak çok daha değerli olacaktır. Kilo verme süreci kısa süreli bir koşu değil, uzun süren bir maraton. Bu süreçte her zaman olumlu sonuçlar alamayabilirsiniz ama sabredip, tartılara ve bedeninize küsmeyip, bedeninize saygı göstererek başarıya çok daha rahat ulaşabilirsiniz.