Bir ülkenin müzelerine ve ziyaretçilerine bakarak, oranın öğretim ve insan kalitesi hakkında genel bir fikir sahibi olmak mümkün. “Neden?” derseniz, düşünebilme becerisi ve kültür, sadece okullarda kazanılmaz. Müzeler, tarihle bağlantı kurma, düşünmeyi sağlamak için tarihe ve geleceğe ışık tutacak her ne varsa toplar, belgeler, onarır, korur, sergiler ve toplumun kültürünü ve bilincini artırır.
Bugün dünya çapında ünlü pek çok müze, sadece toplumun desteğiyle ayakta duruyor. Bunu kaybetmemek için de müzeler belli aralıklarla sergilerini değiştirir ve, koleksiyonlarını yeniden düzenler. Bununla da yetinmez toplumun her kesiminin ilgisini çekecek programlar ve seminerler düzenler. Araştırmalar yapar, kitaplar yayınlar. Bu da onları güvenilir, ciddi kültür merkezleri daha da önemlisi bilgi kaynakları haline getirir.
“Peki bizde durum ne?” derseniz, genelde mesafeli bir ilişki söz konusu diyebilirim. Bunun ana nedenlerinden birinin, müzelerde çocukların ilgisini çekecek onlarca ilginç nesne ve hikaye mevcutken, daha ilkokul yıllarında onları adeta müzelerden soğutmak için, zorla ilgilerini çekmeyecek müzelere götürüp, hiçbir şey anlatmadan, özgürlüklerini kısıtlayarak koştura koştura gezdirmek olsa gerek... Diğer nedenler arasındaysa yanlış düzenlemeler, yasaklar ve yetersiz yöneticiler sayılabilir.
Ama yüz akı müzelerimiz de yok değil. Bunlardan biri olan Sabancı Müzesi’ni, geçtiğimiz günlerde yazmıştım. Bu hafta da sizlere bir diğerini, türünün ilki, kendi küçük ama ünü büyük, uluslararası ödüllü Sadberk
Hanım Müzesi’ni anlatmak istiyorum.
Vehbi Koç’un sevgili eşi Sadberk Hanım, 1908’de Ankara’da doğar. Kentin tanınmış ailelerinden, Seraktar Sadullah Bey’in ortanca kızıdır. 18 yaşında teyzezadesi Vehbi Koç ile evlenir. Cumhuriyet yeni kurulmuştur. İleri görüşlü ve çalışkan iş insanı olan eşine üç çocuk veren, geleneklerine bağlı, sabırlı, esprili ve becerikli Cumhuriyet kadınıdır Sadberk Koç... 1973 yılında aramızdan ayrıldığında ise henüz 65 yaşındadır.
Nasıl oluşturuldu?
En büyük arzusu olan, büyük bir özveriyle toplayıp sakladığı, bu toprakların ve onun üzerinde yaşam bulmuş kültürlere ait el işleri, antikalar ve diğer eserler için bir müzeyi ise kızı Sevgi Gönül, ona 1980’de hediye eder.
Türkiye’nin ilk özel müzesi
olmasının dışında, bir de
1988 yılında aldığı ‘Europa
Nostra Ödülü’ var.
Müze, iki ayrı yapı içinde yer alıyor. İlki Koç Ailesi’nin 1950’de satın alıp, müzeye çevrilene kadar yazlık olarak kullandığı Azaryan Yalısı. Diğeri ise ünlü koleksiyoner Hüseyin Kocabaş’ın
1983 yılında satın alınan arkeoloji eserleri koleksiyonunun sergilenebilmesi için komşu metruk yalının satın alınarak, iki yıl süren restorasyon sonrası,
1988 yılında müzeye eklenen Sevgi Gönül Binası’dır.