Cadde'nin Patisi

Cadde'nin Patisi

itir.ilgaz@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Bir köpekle büyüdüm. Ama aklım hep kedilerdeydi. Üniversitedeki ilk senemden itibaren de kedilerle yaşamaya başladım. Onları tanıdıkça aklım daha çok onlarda kaldı

Aynı evi paylaşınca karşılıklı olarak çok şey öğreniyorsunuz. Kediler köpekler gibi değil. ‘Otur”u “Kalk”ı, “Terliğimi getir”i öğrenmiyorlar asla. Ama yastığa başlarını koyarak uyuyorlar mesela. Yorganın altında yatıyorlar. Arka ayaklarının üzerine kalkıp ön patileriyle kapı açıyorlar. Bardaktan su içmek istiyorlar. Hatta ilk kedim çalınca telefonu açardı. Göre göre, beceriyorlar birçok şeyi. Bu aralar “Ben onlardan ne öğrendim?” diye düşünüyorum. Ne yazık ki henüz kulaklarımı oynatamıyorum, ayağımla ensemi kaşımayı da beceremedim ama alt alta sıralayınca fena bir liste çıkmadı.
Sanırım ilk önce sessiz kalmayı öğrettiler. Durmayı, daha doğrusu durabilmeyi, sonra harekete geçmeyi. Sabırlı olmayı.
Birini tanımak için izlemek, incelemek gerektiğini, kendine ait bir bakış açısı geliştirmenin önemini.
Karşınıza geçip saatlerce sizi izlerler, sanki ruhunuzu okur gibi. Belki de o yüzden yanınızda değilken bile ne yaptığınızı bilirler. Arka odada beş dakikalığına uzanmayı deneyin mesela ya da mutfakta gizlice ayak üstü atıştırmayı.
Karşınızdakinin sizi, sizin istediğiniz gibi sevmeme hakkı olduğunu.
“Kedi sevmek insanları, sokakları ve şeyleri sevmekten farklı bir şey mi?” Bilge Karasu, “Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısndaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir” der ya bir masalında, ben bu farklı sevme biçimini bundan daha iyi tanımlayan cümleye rastlamadım bugüne dek. “Sahip olmayı yadsıyarak, ya da, sahip olmamayı göze alarak sevmek insanoğluna pek güç gelir: Sevgiyle mülkiyet duygusu öteden beri ortakyaşardır onda, sevgi bağını çoğu kez de tek yanlı, gerçek bir bağ haline sokmaya alışmıştır. Sevdiği kişinin bağımsızlığına da, kendi bağımsızlığına da kolay kolay katlanamaz. Bunu eleştiri, suçlama konusu saymamak gerek gene de: İnsanlar, eninde sonunda, kedi sevenler ve sevmeyenler olarak da pekâlâ ikiye ayrılabilirler.” Enis Batur’un Kediler Krallara Bakabilir adlı kitabından.
Hoşgörülü olmayı, her şeye kızmamayı.
Siyah kazağınızı bir anlığına yatağın üzerinde unutursunuz ve bir daha giyilmeyecek hale gelir. Ya da aile yadigarı lambanız bir koşturma seansında paramparça olabilir. Kızmak neye yarar?
Sevginin, hatta dokunma ihtiyacının sadece insana has bir duygu olmadığını.
İnsanı eğitebildiklerini. Bir evde kedi varsa onun isteği olur. Çünkü onu görmezden ya da duymazdan gelme ihtimaliniz yoktur.
Üzüntü duyduklarını, ölümü, kaybetmenin acısını bildiklerini.
Babamın kedisinden bahsetmiştim. Babamın vefatından sonra 6 ay onun odasına girmedi. Sonra da üzüntüden sarılık oldu. Zor kurtardık.
Biz mutlu ve sakinken onların da huzurlu olduklarını.
Gerginseniz kendilerini oradan oraya atarlar, yok yere birbirlerine sataşırlar.
Kediye kızıp bağırmanın onu daha da çıldırtmaktan başka bir işe yaramadığını.
Üzgün olduğumuzda, teselli etmeye çalıştıklarını, hastayken daha dikkatli ve sevecen davrandıklarını.
Özlediklerini, kavuşunca sevindiklerini, “Kedi bağlanmaz” lafının tamamen palavra olduğunu.
Bir canlı tarafından sahiplenilmenin güzel bir duygu olduğunu.
Kedi sizi sahiplenir, kendinizi kandırmayın.
Kapalı kapılardan hoşlanmadıklarını. Bu yüzden kalabalık halde tuvalete girmeye alışmayı.
Kedi mırıltısının en güçlü antidepresan olduğunu.
Aslında bilek kemiğinizi kırabilecek kadar güçlü bir çeneye sahipken canınızı acıtmaktan ne kadar çekindiklerini. Kaşındığınız zamanlar hariç tabii!

İşte böyle... Liste zamanla kabaracaktır. Şunun şurasında 20 küsur yıl oldu daha... Bu arada okumadıysanız henüz, Nurullah Ataç’ın ‘Kedi’ adlı denemesini okuyun muhakkak. Şöyle başlıyor: “Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri ille herkes sevsin demeyeceğim; ama ben, kedi sevmeyenlerle anlaşamam.”