Dünyanın doğusunu paylaşıyor olmaktan, doğunun acı ve mücadele dolu geçmişinin içimize yerleştirdiği depresif ruh halinden, düşünmek istemesem de kompleksten veya bencil ruh halimizden mi bilmem; her yerimizden negatif enerji akıyor. İnsanımızın ve özellikle de akademisyenlerimizin bu kadar negatif olup, her şeyi eleştirmesini anlamakta çok zorlanıyorum. Mesela, son günlerde aşı ile ilgili yapılan negatif eleştirileri üzüntüyle izliyorum. Daha bulunmasına sevinmeden (ve övünmeden), aşıların ülkemize gelmesinin zaman alacağı, gelse de soğuk zincirin sağlanamayacağı, sağlansa da bir sebepten işe yaramayacağı vs. birçok detayın kaygısıyla savruluyoruz.
İşin biraz da içinde olunca, havada uçuşan yorumlar daha da üzücü oluyor. Mesela en ekonomiği 2 milyon dolar olan radyoterapi cihazı varlığında Avrupa’da neredeyse rakipsiz olan ülkemizin, aşıları -70 derecede saklayacak sistemi sağlayamayacağı konuşuluyor! Bulundukları kurumdan kafasını dışarıya uzatmayan insanlar basit bir soğuk zinciri sisteminin kurulamayacağından emin, yorumlar yapıyor. Hadi diyelim ki bu çok zor; yine de kimse umuttan, güzel sonlardan yana konuşmak istemiyor.
Pandemide insanların umuda da ihtiyacı var
“Aşı insanları umutlandırmasın, rehavete kapılırlar” söylemi de, her şeyi en kötü tarafından ele alma da, depresif kültürümüzün sonucu. Oysa insanların umuda ihtiyacı var, bu olumsuz ve negatif bakış açısının hiç kimseye faydası yok. Özellikle de eleştirdiğimiz konuya dair daha iyi bir çözüm önerimiz yoksa bu ‘yokluk’ daha da büyüyor…
“Rakamlar saklanıyor” diye Sağlık Bakanlığı’nı eleştiren insanlar, olumlu gelişmeler insanları rahatlatır diye bilimsel gerçeklerin saklanmasında bir beis görmüyor ve hatta bizzat saklıyorlar.
‘Kötü haber kıymetli’ aymazlığına son versek!
Öncelikle ülke olarak gücümüzün farkında olmak zorundayız. Ülkemizde yetişkin insanların ya da sözü değer bulan kitlenin etrafına saldığı olumsuz ya da kötümser enerji, çözümü yurt dışında arayan, ülkede yapabileceklerinin farkında olmayan, daha kötüsü de yurt dışına çıktığında bütün kapıların kendilerine açılacağını (!) düşünen genç nesiller yetişmesine sebep oluyor. Twitter’da üzülerek okuduğum bir içerik hayata geçiyor; “Bir nesil, yurt dışında taksi şoförlüğü ya da garsonluk yapmanın hayalini kuruyor!”
Bu hayalin dramatikliğinin ve kendi ülkemin potansiyelini anlamamın kökleri gençliğime uzanıyor. Yurt dışına ilk kez 27 yaşında uzmanlık sonrası çalışmak için gittim. Dünyanın her yerinden gelen çok sayıda asistan veya öğrenci arkadaşlarım içerisinde eğitimini tamamlayıp yurduna dönmek isteyen benimle beraber birkaç kişiydik. Diğerlerinin ise dönmek isteyecekleri bir ülkeleri yoktu ve ben bunu anlamak için maalesef
27 yaşımı beklemek zorunda kalmıştım.
En önemli öz kaynağımız insanımız. Aldığımız eğitim ve istediğimizde ortaya koyduğumuz çalışma gücü ile yapamayacağımız hiçbir şey yok aslında. Yeter ki doğru olalım, bilimin ışığından ayrılmayalım ve negatiflikle beslenen, negatif haberlerin prim yaptığını düşünen insanlara hayatımızda yer vermeyelim.
Elbette her zaman eleştirmeli, soru sormalı ve eleştiriye toleranslı olmalıyız, ancak eleştirdiğimiz bir konuda, çözümden, çözümü paylaşmaktan yana bir önerimiz yoksa, susmak en azından sabırla süreci gözlemek daha doğru olmaz mı? Var olan çözümü nasıl geliştireceğimize bakmak, gelecek nesillerin cesaretini kırmadan önümüze geçmelerine olanak vermek bu kadar zor olmamalı. Bunu söylerken üzülüyorum ama ‘gölge etmemek’ bazen yapılacak en büyük katkı olabilir.
Bilgili, sabırlı, sağlıklı ve maskeli kalın.