Prof. Dr. Türker Kılıç, “Yaratıcılık, iyilik ve merakın, çalışkanlık ve zekadan önemli olduğunu geç fark ettim. Her şey merakla başlıyor” dedi
‘Sağlık Sohbetleri’nin ilk konuğu Prof. Dr. Türker Kılıç oldu. Alanında dünya çapında uzmanlığının yanında, tanık olduğumuz başka bir özelliği, tıp mesleğini karmaşık bir alan olmaktan çıkardığı paylaşımları ve iletişim biçimi...
- Sayın Hocam, birikimlerinizi benzersiz metaforlar, yaşamsal örneklerle anlatıyorsunuz. Sizi kendi gelişimi için takip eden, tasarımcılar, müzisyenler, yazarlar, tıp dışı öğrenciler var. Bunun yönteminden bahseder misiniz?
Kültürümüz çalışkanlığı ve zekayı aşırı kutsuyor ve bu ‘aşırı uzmanlaşma’ ısrarına ve yanılgısına düşmemize neden oluyor. Küresel zihinsellikten bağımsız bu derin odaklanma, hekimleri bulundukları çevreden koparabiliyor ve yaşama bütüncül yaklaşımlarını zorlaştırıyor. Hezarfen mertebesinden bahsedeyim; binbir ilim sahibi demek. Leonardo Da Vinci gibi farklı zihinsel birikime aynı anda sahip olabilen bu insanları, akıl yürütme tekniklerini gözlemledim. Fark ettim ki ‘küresel zihinsel genişlik’ yoluyla edindikleri her bilgi, onların derinlemesine uzmanlığına da büyük katkı sağlıyor.
Ben yaratıcılık, iyilik ve merakın, çalışkanlık ve zekadan önemli olduğunu geç fark ettim. Her şey merakla başlıyor. Kültürümüzün, erken yaşlarda yok etmesine rağmen, yaşamın bütününe zihnimizi açabilmenin anahtarı, zeka ve çalışkanlık değil! Merak.
- Bu ağır eğitim sürecinde işimiz olan insandan biraz uzaklaşıyor muyuz?
Esas işimiz yaşam. Bizler ormanda birer yaprağız ve ‘orman benim için’ sanıyoruz. Yaşamın merkezine ‘ben’ kavramını koymak abes olacağından ‘insan’la değiştiriyoruz. Ama aslında yaprak orman için. Koronavirüs sürecinde gördük; insanın çekildiği süreçte yaşam arındı ve iyileşti. İnsan olarak odaklanacağımız yaşam, hekim olarak odaklandığımız insanın sırtımıza yüklediği ‘aşırı uzmanlaşma’ darlığından bizi kurtarabilir.
- Biraz işimize dönersek, tıp eğitiminin diğerlerinden ayrımı ve olmazsa olmazları neler?
Tıp eğitimi mesleki bir eğitimdir. Biz kültür olarak ona çok başka vasıflar atfediyoruz. Bilimle iç içe olduğu gibi bir inancımız var oysa hekimlik, kendiliğinden bilim insanlığı değil. Sayın İhsan Doğramacı ile bir anım var; bu coğrafyanın hekimleri olarak ve mesleğimizin önemli noktalarından birinin iletişim olduğunu hatırlatarak, Hacettepe İngilizce Tıp Fakültesi’ni neden kurduğunu sordum. Şöyle cevap verdi: “Türkiye’de bilimi üretenler çoğunlukla hekimlerdir ama onlara bilimsel metodoloji eğitimi verilmez. Bilimsel metodolojinin verildiği fen ve temel bilim fakültelerinden çıkan öğrenciler de bilim insanı olarak devam etmeyi tercih etmez. Ben usta-çırak iletişimine uygun sayıda sınıflarda, bilim ağının diline hakim, bilim insanı hekim yetiştirmek istiyorum.” Bu vizyon ve deneyimlerim, 2012’de tasarladığımız tıp fakültemize ilham verdi. Bugün 40 kişilik bilim sınıfımızda, burslu bir sistemde, bilim ağının kullandığı dilde, bilim insanı hekimler yetişiyor. Hekimlik ve bilimsel metodoloji dersleri görüyorlar. Ben tıp fakültesini, küresel bilgi, eğitim, buluş üreten ve satan bir şirket olarak düşünüyorum.
- Şimdiki sorumun tam da zamanı. Tıp eğitimi nasıl olmalı sizce? Yaşadığımız bu hızlı yaşamsal değişimde, bir revizyona ne kadar ihtiyaç var?
Tıp Fakültesi dört yıl olmalı. Üçüncü yılın temel bilimden kliniğe geçiş, son yılın ikişer aylık beş ana staja ayrıldığı, kalan iki ayın da öğrencilerin seçtikleri dört bölümün stajını yapabileceği dört yıl... Öğrenciler bu süre sonunda, merkezi sınavdan alacakları puanlarla, branşlara bireysel olarak başvurmalılar. Fakülte içi branşları (koydukları baraj puan ve kapasite oranında) öğrenci seçebilmeli. Merkezi sınava tercihen girmeyen veya başarı gösteremeyen hekimler iki yıl ‘aile hekimliği’ okumalılar, çünkü aile hekimliği de hak ettiği uzmanlık ve saygınlık seviyesinde değil.
Bu iki yıl eğitim, onların ve sistemin kalitesini artırırken, Merkezi Sınavı kazanan grup içinde, PhD eğitimi fırsatı verildiği halde akademik olmayan ortamlarda uzmanlık yapmayı seçen öğrenciler gün sonunda mecburi hizmet yapabilirler ama uzmanlığı ve bilim insanı hekim olmayı seçenlerin mecburi hizmetten muaf tutulmaları, eğitim açısından büyük bir destek olabilir.
Günün sonunda, PhD tercih edenler nitelikli eğitim alabilir, aile hekimliği öğrencilerimiz ise bugün olduğundan kat kat donanımlı biçimde sistemi güçlendirir.
‘Sorun tıp özelinde değil’
- Tıp eğitimi, öğrenciler ve vakıf üniversiteleri çok eleştiriliyor. Bu önerileriniz bu eleştirileri de bertaraf edebilir mi?
Ben, vakıf, devlet, özel ayrımı gözetmeden ‘üniversite kalitesi’ olarak bakıyorum. Algıyı değiştiren detay insan hayatı; niteliksiz mühendisin zararını kısa vadede göremiyorsunuz ama niteliksiz cerrah kendisini hemen ortaya koyabilir. Yani sorun tıp özelinde değil, sistem özelinde. Batının yıllardır yaptığı afiliasyon (kurumlar arası iş birliği) gündeme gelmeli. Kuzey Amerika’da Vakıf Tıp Fakülteleri’nin yüzde 95’i hastanesiz; devlet vb. tüm hastanelerle iş birliği içinde çalışıyorlar. Devlet ve özelin iş birliği doğru yapılırsa, akademik yapılar hastane işletmeciliğiyle uğraşmak zorunda kalmaz. Herhangi bir işletmeci yapı, akademik yapıyla bir arada yürütüldüğünde ‘para’ akademik yapıyı yutuyor.