Kanser dışında birçok hastalık gibi, Covid-19 da araştırmalar genişledikçe radyolojinin hedef dairesine girmeye başlıyor. Ülkemizde henüz konuşulmasa da düşük dozlarda radyoterapi Covid-19 tedavisinde etkili, ucuz ve güvenli bir tedavi seçeneği olarak öne çıkıyor. Amerika ve Avrupa’da giderek artan sayıda hastaya uygulanan yöntemin, tedavi sonuçları da hiç yabana atılacak gibi değil.
Biz radyoterapiyi sadece kanser tedavisiyle özdeşleştiriyoruz. Algımız sadece kanser hastalarına uygulandığı yönünde. Oysa radyoterapinin genel etkisi, hücrelerin bölünüp çoğalmasını engellemesi veya uygulandığı alanda hedef hücreleri yok etmesi; düşük dozda iltihap hücrelerini baskılayıcı, yüksek dozlarda ise tam tersi inflamasyonu artırıcı etki gösteriyor. Bu sebeple bizim bildiğimizin aksine, enfeksiyon ve kronik inflamatuar hastalıklar da dahil sayısız rahatsızlığın tedavisinde uygulanabiliyor. Radyoterapi konusunda bizleri tedirgin eden en önemli faktör ise, uygulandığı yerde yıllar sonra görülebilecek ikincil kanser riski. Ancak bu risk de doz ve uygulama alanının genişliğiyle değişiyor.
Periyodu belirlemek çok önemli
20 Gy (radyoterapi doz birimi) radyoterapi alan hastalarda bu oran yüzde 5’in altında ve ortaya çıkması için de ortalama 20 yıl geçmesi gerekiyor. Hâlihazırda Covid-19 tedavisinde radyoterapi kullanımıyla ilgili (clinicaltrails.gov sitesinde kayıtlı) 16 araştırma var ve bu çalışmalarda verilen doz 0.75 Gy-1.5 Gy arasında değişiyor; yani kanser tedavisinde verilen 60-70 Gy’in çok ötesinde bir doz. Diğer bir önemli nokta da, Covid-19 seyrinde radyoterapinin ne zaman uygulanacağı; yoğun bakıma geçen, sitokin fırtınasının hâlihazırda akciğere zarar vermeye başladığı dönemde uygulamanın bir önemi kalmayabilir. Hatta aksine hasarı artırabilir. Radyoterapinin uygulanacağı periyodu belirlemek çok önemli.
Pnömoni yani zatürre, akciğerin iltihaplı bir hastalığıdır ve tedavi edilmezse öldürücü olabilir. 1913 yılında Rockefeller Enstitüsü, zatürre tedavisinde serum tedavisini başlattı ve bu tedaviyle zatürreden ölüm oranlarının yüzde 25-40 azaldığı gözlendi. Serum tedavisiyle önemli bir başarı kaydedilse de, pahalı ve zaman alan bir tedavi olduğu gibi at veya domuzdan elde edilen bu seruma alerjik reaksiyon veren (az sayıda) hasta da kaydedildi. 1939 yılında sülfonamid denilen antibiyotiklerin kullanılmaya başlanmasına kadar serum tedavisinin yerini radyoterapi aldı. Kanserden tanıdığımız radyoterapi, 20’nci yüzyılın başından itibaren sinüzit, kangren, artrit, karbonkül gibi çok sayıda inflamatuar ve enfeksiyon hastalığının tedavisinde kullanılmaya başlandı.
Size düşen maske, mesafe ve hijyen!
Alveoller, akciğer kanallarının sonlandığı içi hava dolu keseciklerdir ve buradan kan damarları ile gaz değişimi, yani karbondioksit ve oksijen değişimi yapılır.
Covid-19’dan ölen hastaların otopsileri incelendiğinde alveollerde bu gaz değişimini de engelleyecek şekilde iltihap hücrelerinin biriktiği gözleniyor. Radyoterapi tam da bu noktada, geçmişte zatürre tedavisinden elde edilen tecrübeler hatırlanarak kullanılmaya başlandı. Düşük dozlarda uygulandığında iltihap hücrelerinin toplanmasını engelleyen sitokinleri de durduruyor. Konuyla ilgili ilk yayınlanan çalışmalardan biri, yaş ortalaması 66 (hepsi 50 yaş üstünde) olan dokuz hastanın analizini içeriyor. Hastaların tüm akciğerlerine tek seansta 1 Gy tedavi uygulandı. Ortalama 112 günlük izlem sürelerinde hastaların yedisinin iyileştiği, iki hastanın da durumunu toparlayamayarak kaybedildiği gözlendi. Hasta sayısının az olması ve kısa izlem süresi, çalışmanın eleştirilecek yönleri olarak karşımıza çıksa da radyoterapinin hastalar tarafından tolere edilebilir, kolay ulaşılabilir ve ucuz olması avantajlar hanesinde yerini aldı.
Rakamlar, istatistikler, veriler ne olursa olsun, radyoterapinin etkinliği konusunda akılda tutulması gereken önemli noktalar var; Covid-19 seyrinde önemli olan akciğer iltihabı mı yoksa pıhtı ve damar hasarı mı? Düşük doz radyoterapi inflamasyonun baskılanmasında etkili ancak ya asıl sorun damarsal sorunlar ise? Radyoterapinin kansere yol açma durumu çok uzun sürede, çok düşük bir riskle karşımıza çıkıyor; bu risk 50 yaşın altındaki hastalarda göze alınmalı mı? “Zaten kaybedilme riski yüksek bir hastada, kâr-zarar hesabının hiç yeri değil” demeli miyiz? Tedaviyi uygulayacak olan radyoterapi ekibi ve aynı cihazda tedavi alacak diğer kanser hastalarının güvenliği nasıl sağlanmalı? Tüm bu soruların cevabı için bilim dünyası var gücüyle çalışıyor, size düşen ise çok basit bir katkı! Maske, mesafe ve hijyen.
Bilgili, sağlıklı, mutlu ve maskeli kalın.