Bugün de bir radyasyon onkoloğunun gözünden radyoterapiyi anlatmaya devam ediyoruz...Bir önceki yazıda üzerinde durduğum gibi; radyoterapinin kanser tedavisindeki ana yöntemlerden biri olması, teknolojik gelişmelerle giderek etkisinin artması ve geniş bir hasta grubunda uygulanabilir olması bu tedavi yöntemini biraz daha detaylı anlatmayı gerekli kılıyor.
Radyoterapi deyince aklımıza önce kanser tedavisi geliyor, ancak birçok iyi huylu hastalıkta da uygulanabiliyor. Kronik inflamatuar rahatsızlıklarda, artık ilaçlara cevap vermeyen ağrı durumunda, ameliyat sonrası oluşan nedbe dokusunda, hemanjiom denilen kan damarlarının genişlemesinde... Geçmişte tüberküloz (verem) başta olmak üzere birçok enfeksiyonun tedavisinde de uygulanıyordu. Yayınlara göre verem tedavisinde radyoterapi uygulanması, ölüm oranlarını yüzde 30 oranında azaltıyordu. Günümüzde artık daha etkili antibiyotikler olduğu için radyoterapi önermiyoruz. Ancak iyileşmeyen inflamasyon durumunda radyoterapi bir seçenek olabilir, buna covid-19 tedavisi de dahil...
DNA hasarı yapar
Radyoterapi, bölgesel bir tedavi şeklidir, uygulandığı yerdeki hücrelerde DNA hasarı yapar ve bu nedenle etkisini uygulandığı yerde göstermesi beklenir. Ancak, tanımlanan ‘abskopal etki’ uygulandığı yere uzak bölgelerde de tesirini gösterebileceğini ifade etmektedir. Bu etki ilk olarak 1953 yılında Mole tarafından tanımlanmıştır. Kökeni Latince olan bu kelimede ‘ab’ uzaktaki yerleşim, ‘scopus’ ise hedef anlamına gelmektedir. Abskopal etkinin tanımlandığı ilk kanser türleri; renal hücreli karsinom, lenfoma, lösemi, nöroblastoma, meme ve melanomadır.
Bu etkinin mekanizması tam olarak anlaşılamamakla birlikte immünolojik mekanizmalarla olabileceği öne sürülmüştür. Radyoterapi etkin dozda uygulandığı takdirde tümöraşısı gibi davranabilmekte (Tümör spesifik antijen salınması, MHC-I ekspresyonunu artırması, FasLekspresyonunun artması yollarıyla) veya immünolojik hücre ölümlerine sebep olabilmektedir.
Bu etkiyi görebilmek için uygun radyoterapi dozu ve tekniği ise henüz araştırma halindedir. Radyocerrahi veya hipofraksiyone tedavilerde olduğu gibi yüksek doz radyoterapi uygulanması durumunda abskopal etkinin artığına dair çalışmalar olmakla birlikte, fraksiyone radyoterapide 1.8-2 Gy’in periyodik olarak uygulanmasının, immun hücreleri daha çok baskıladığını iddia eden araştırmalar da bulunmaktadır.
Bir diğer cevaplanması gereken soru da, özellikle immün düzenleyici ajanlarla ya da kemoterapiyle birlikte kullanıldığında bu etkiyi artırmanın mümkün olup olmadığıdır. Bu konuda çalışmalar sürmektedir. Radyoterapinin immünoterapötik ajanlarla kullanıldığında sadece lokal değil, sistemik etki de yarattığı konusunda giderek daha çok veri gelmektedir. Uygun doz, teknik gibi soruların da cevaplanmasıyla klinikte radyoterapi ve immünoterapinin daha çok kullanılması mümkün olacak gibi görünmektedir.
Eskiye göre daha başarılıyız
Covid-19 tedavisinde radyoterapiyi gündeme getirmeyişimizin sebeplerinden biri, yoğun bakım aşamasına gelmiş bir hastayı bulunduğu ortamdan çıkararak tedaviye almanın teknik açıdan uygun olmayışı. Önemli bir diğer sebebi de, radyoterapiden dolayı ilerleyen yıllarda oluşabilecek ikincil kanser riski. Uygulandığı yere ve doza bağlı olmakla birlikte bu oran çok çok düşük. Ancak özellikle iyi huylu bir rahatsızlığı ya da çocuk hastaları tedavi ederken bunun hesabını daha bir titiz yapıyoruz. İkincil bir kanserin ortaya çıkması için gereken süre ise, 10-15 yıl.
Teknoloji hizmetimizde, kölesi olmadan onu en iyi şekilde, yararımıza kullanmak bizim elimizde. Kanser tedavilerinde artık eskisinden çok daha başarılıyız ve hastalarımızı tedavi edebiliyoruz. Kanser olmayı önlemek de büyük oranda bizim elimizde; sürdürülebilir bir yaşam disiplini içinde kararlı olmak ve kendi gücümüzün farkında olmak...
Sağlıkla ve bugünlerde biraz daha evde kalın...