Mart ayında görülecek pek çok sergi kapılarını açtı, ancak içlerinde öne çıkan ve beni çok etkileyen iki tanesi ayrıca bahsedilmeyi hak ediyor.
Geçtiğimiz yıl Halil Altındere’nin solo gösterimiyle tanıma fırsatı bulduğumuz Cihangir’deki Sadık Paşa Konağı, bu kez bambaşka bir konseptle karşımıza çıkıyor. Yıldız sanatçılarımızdan Taner Ceylan’ın küratörlük rolünü üstlendiği ‘Olimpos Sergileri’, sanat tarihinin temel kavramlarına odaklanan çok aşamalı bir proje.
İlk edisyonu ‘Olimpos Sergileri I: Portre’, geçtiğimiz günlerde sanatseverlerle buluştu.
İlhamını, Olimpos’taki zeytin bahçesinden alan Ceylan; üretimlerini yakından takip ettiği, kariyerlerinin başlangıcında mentorluk ettiği ve bir nevi arkalarında durduğu sanatçıların eserlerinden bir seçki ortaya koyuyor.
Çalışmaların ortak özelliği ise sanat tarihinde kuramsal bir alt başlık haline gelmiş, Van Gogh’tan Goya’ya, Dürer’den Kahlo’ya, Magritte’den Munch’a kadar pek çok isim ve akımı meşgul etmiş olan portre geleneğine dair referanslar içermeleri...
Serginin düzenlemesi ise Taner Ceylan’ın küratörlüğünün de en az sanatçılığı kadar başarılı olduğunu gösteriyor.
Konağa girdiğim andan itibaren sanki halen devam eden bir hayat varmış ve biz ziyaretçiler olarak bu gizemli hayatın içerisine sızıyormuşuz gibi hissettim.
Dört bölümlük sergi
Serginin teatral kurgusu, yapının müdahale görmemiş grotesk atmosferiyle birleşince, eserlerin adeta konakla bütünleşerek mekanın parçaları haline geldiği bir ortam etrafınızı sarıyor.
Freud’un teoremini baz alarak katlara ayrılmış olan sergi, süperego, ego, araf ve id olmak üzere dört bölümden oluşuyor.
Her bir sanatçının kendi üslubunca yorumladığı benlik, kimlik, bilinçaltı gibi temalar etrafında şekillenen seçkide, benim en çok dikkatimi çekenler Cem Adrian’ın işleri oldu. Aslen müzik kariyeriyle tanıdığımız şarkıcının cesur ve çarpıcı çalışmaları, konağın mutfak bölümünde yer alıyor.
Duvar fayanslarının evcimen atmosferine tezat, ürkütücü siyah-beyaz portreler, genital organları deforme ederek cinsiyetsizliğe vurgu yapıyor.
Tıpkı 15’inci yüzyılın usta ressamı Hieronymus Bosch’un yapıtlarındaki anomalik figürlere benzeyen bu yüzler, portre konseptine bambaşka bir yorum getiriyor. Onur Hastürk’ün karanlık bir odada sergilediği cenneti temsil eden varaklı deseniyle, cehennemi temsil eden siyah çalışması da hem teknik açıdan minyatüre atıfta bulunması hem de ikiliklere dair ürettiği şifreler bakımından göze çarpıyor.
Metin Çelik’in yine cehennem göndermeli kurukafa portresi, Güneş Acur’un üç boyutlu algısı veren suluboya serisi ve Hakan Çınar’ın Baconvari işleri serginin temasını güçlendiren diğer yapıtlar. “Usta-çırak ilişkisinin ülkemiz sanat tarihindeki en iddialı örneği” diyebileceğim projenin devamını merakla bekliyoruz. ‘Olimpos Sergileri’ dizisinin ilkini, 23 Mart’a kadar mutlaka görün derim.
ODAKTA MİHRİ VARSALT Galata’daki ‘Mihri: Modern Zamanların Göçebe Ressamı’ sergisi de imparatorluğun son döneminde yetişen portre ressamı Mihri’yi odağına alıyor. Sanat tarihimizin yazımında arka planda kalan Mihri, kadınlara mahsus güzel sanatlar okulu İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kuruluşunu sağlamasıyla, toplumsal dönüşümün kayda değer aktörleri ve Türkiye’nin modernleşme sürecine etki eden önemli figürler arasında yerini almış. Mihri’nin eserlerini ve biyografik dökümanlarını bir araya getiren çalışmalar, dönemin kültürel ortamını başarıyla yansıtıyor. Bugün bile akademilerde öğrencilerin nü üzerinden çalışması tartışma konusu haline gelmişken, neredeyse bir asır öncesindeki bu çağdaş ülke profili izleyiciyi düşünmeye sevk ediyor. Bu anlamlı sergiyi, 9 Haziran’a kadar ziyaret etmenizi öneririm.