Adetimdir, her sene yılbaşında Okan Bayülgen’le söyleşi yaparım. Bu kez de bir istisna olmadı. Ünlü şovmenle geçtiğimiz yıldan yola çıktık; yaşamı, mesleği, planları ve önümüzdeki yıldan beklentilerine temas eden bir sohbet gerçekleştirdik.
Hanımlar beyler, karşınızda en çok izlenen Türk tolkşovunu yapan makinanın makinisti, oturduğu binanın C Blok eski yöneticisi, yaptığı programlarda kul hakkı yemeyen seksi erkek, O-KAN BAYÜLGEN
Geçen sene, en çok neye kafan bozuldu?Sevdiğim dostlarımı kaybettim. Büyüklerim, küçüklerim... Bunlar çok üzücüydü. Türkiye’dekiler kadar dünyadaki şeylere de çok üzüldüm. Zaten hiçbir zaman lokal bir herif olmadım. Dünyada dolaşmayı seviyorum ve mümkün olduğunca bir takım ülkelere gidip onların Club Med’lerinde g...mü güneşe dönüp yakmaya çalışmıyorum. Gittiğim yerlerin insanıyla, ekonomisiyle, politikasıyla da ilişkiliyim.
Yine 2009 boyunca seni programlarda üzen bir şeyler oldu mu? Elbette akla hemen Yeşim Salkım olayı geliyor.İşin doğrusu Yeşim Salkım’da hiç üzülmedim. O meselede kulisten de gelen haberleri öğrendikten sonra, Yeşim Salkım’ın bir başka konukla kuliste kapıştığını, zaten çok sinirli olduğunu duyduktan sonra üzülmedim. Bir de Yeşim’in daha sonra katıldığı programlarda da benzeri bir tavır içinde olması, bana sadece Yeşim Salkım’ın bu sene bu modda olduğunu ifade ediyor. Yeşim Salkım bir değerdir; bu sene bu modundadır, gelecek sene başka bir moda geçebilir. Yine bekleriz, sorun yok.
Sevilen birinin neler hissedebileceğini tahmin etmek mümkün. Ama çok fazla eleştirilen, hırpalanan bir adamın ruh halini tahmin etmek daha zor. Sen her ikisini de yaşıyorsun. Örneğin köşe yazarları seni sık sık ağır şekilde eleştiriyor. Sana ‘faşist’ten tut ‘terbiyesiz’e kadar bir sürü şey diyenler oluyor. Eleştiriyle muhatap olma ve baş etme yöntemin nedir?Empati yapıyorum. Ben temelinde şunu ararım, bir insanın benim hakkımda bir laf etmesinde ya da bana karşı saldırıya geçmesinde benim bir payım var mı? Yani ben o adamı herhangi bir yerde, zamanda üzmüş müyüm, duygularına dokunmuş muyum? Bunu düşünürüm. Şahsi bir şey algılarsam hiç kaale almam. Yok, objektif bir tavır varsa, oradaki eleştiriyi almak, sindirmek ve faydalanmak yaşam biçimin ve mesleğin gereği şarttır zaten.
Magazin dünyasından gelen eleştiri, tepki ya da saldırılar?Eğer yanlış bir şey yaptıysam arayıp özür dilediğim de oldu. Mesela Esra Ceyhan’dan özür dilemiştim. “Sırf eğlence olsun diye seni çok kırmışım, üzmüşüm” diye. Örneğin Demet Şener bana “Terbiyesiz” demiş. İlk başta acaba o “Terbiyesiz” demedi de, öyle mi yazdılar diye düşünüyorum. Çünkü benim de söylediğim şeyler çarpıtılıyor. Ama tamam, ben ona estetiklerinden sonra “Vakvak Amca” dedim. Bir kadına “Vakvak Amca” demek güzel bir şey değil hakikaten. Dolayısıyla üzülmüştür, bana “Terbiyesiz” demiştir. Demet’i çok severim, bana terbiyesiz dediği için hiçbir kızgınlığım olmaz. Bunu da söylemiş olmamın nedeni, sırf güzelleşmek uğruna yapılan her türlü estetik müdahaleye karşıyım. Güzelliğiyle genç kızların idolü olmuş bir kadının estetiklerle, doktorlar tarafından kandırılarak kendini Vakvak Amca’ya döndürmemesi gerekiyor. Artı onun fotoğraflarını çeken kabiliyetsiz fotoğrafçıların, kabiliyetsizliklerini kapatmak için kullandıkları Photoshop’larla onu, Vakvak Amca’dan Varyemez Amca’ya doğru ilerletmemesi gerekiyor. İşte bütün bu sistem böyle gelişiyor. “Sen niye kafayı bu işlere takıyorsun?” dersen, Madde bir: Ben şov dünyasındaki insanlarla dalga geçiyorum. Madde iki: Fotoğraf çekiyor ve kabiliyetsiz fotoğrafçılarla çok sert dalga geçiyorum. Madde üç: Dijital müdahalelerin sanatı çok fazla yıprattığını ve dejenere ettiğini düşünüyorum. Bu nedenle bu işlerle ilgili birkaç şaka yapıyorum. İnsanları kızdıran, bu şakalardır.
İçimdeki iyimser komünist melek
İşini ve özel hayatını ayırmadan soruyorum; aptallıkla nasıl mücadele edersin?
Benim televizyondan da gelen şöhretim dolayısıyla, bir şey söylediğim zaman çok fazla sinirlenmiyorlar. “Bu açık sözlü bir çocuktur, söyler” falan diyorlar. Gerçekten söylüyorum da. Ama fazlaca empati yapar bir halim var. Yani adama ilk başta kendisini tarif etmeye çalışıyorum. Ondan sonra ondan umutlu olduğumu belirtiyorum. Şu ana kadar olan şeylerle ilgili onu cezalandırmak ya da o konuşmayı belli bir çözümsüzlüğe kilitlemek niyetinde olmadığımı, ondan hâlâ akıllıca hareketler beklediğimi söylüyorum. Adamın cevabı üzerine tekrar umudu kesiyorum. O sırada meleklerim bana tekrar tekrar “Hiç kimseyi değiştiremezsin” diyor. Küçük ve iyimser komünist meleğim ise “Herkesi ve her şeyi, hatta dünyayı bile değiştirebilirsin” gibi şeyler söylüyor. Ben doğal olarak küçük, iyimser, komünist meleğe, belki sırf tatlı ve nostaljik bir şey olduğu için inanmayı tercih ediyorum.
Jay Leno ve Conan O’Brien’ı taklit ettin mi?
Televizyon birkaç temel format üzerinden gider. Talk show’da da üç aşağı beş yukarı aynı şeyler olur. Ama yaptığımız işlerin toplam şaşaası karşısında, dünyanın en önemli formatlarını üreten şirketlerin adamlarını darmadağın ettik. Ya yurtdışında görüştüm, ya bu adamları ofisimizde misafir ettik ve altı buçuk saat canlı yapılmış programları izlettik. Adamlar gözlerine inanamadılar. Dünyada iyi çalışan bir formatı birebir alıp Fas’ta başka bir adama, Zimbabwe’de başka bir adama ve Türkiye’de başka bir adama sundurmak ‘üretim’; fakat benim yaptığım ‘taklit’ ise, ancak gurur duyabilirim.
Büyüdün, kariyer yaptın, evlenip baba oldun. Ortalama bir erkeğin tüm hedefleri tükendi. E şimdi ne olacak?
Şimdi Hakkı Devrim’in standartlarına geçeceğiz. Yani “82 yaşında, pazar geceleri televizyona çıkılır ve talk show’da başarılı olunur” olabilir. Bir de artık kararları tek başıma almıyorum. Çocuğa sorsam “Ebe gebe” der. Dolayısıyla karıma sordum, “Biraz daha buralarda takılıp sonra bir seneliğine başka bir yere gidelim mi?” dedim. Mümkünse kumsalda bir evde yaşayalım.
Bu konuda somut bir takvim var mı? Nereye gideceksin(iz)?
2009-2010 programını yapıyorum. 2010-2011’i yapacağım. 2011-2012’de vın! Ve şu anda Avustralya bize tatlı geliyor. Çünkü o kıta çok uzak. Modern ile vahşi bir arada. Gideriz ve bir sene takılırız diye düşünüyoruz. Bu, çocuk için de bizim için de iyi. Biz karımla Alaçatı’ya da hiç gitmediğimiz için henüz sörf yapmıyoruz. Hiç sörfçü sevgilimiz de olmadı. Dolayısıyla bu çaresizlik içinde kendimiz sörf öğreneceğiz. Şunu düşündük: Şöhret olmadan yaşayabilir miyiz? Para olmadan yaşayabilir miyiz? Alet edevat, fotoğraf makineleri, kitaplar, televizyon ya da evdeki eşyalar olmadan yaşayabilir miyiz? Alışveriş yapmadan, bıdıbıdı yemeden yaşayabilir miyiz? Bütün bunların sonucunda, bir Budist rahip ya da manastır ibadeti olmadan, basit ve en az havalı olan şey bize Avustralya gibi göründü. Plaj üzerinde bir ev, mayo, tuzlu su ve tahta. Tekne değil, sörf tahtası...
DİKKAT!
Bu röportajda
bulamayacağınız sorular:
Baba olmak sizi nasıl etkiledehieihieihieiüüğğ
Gerçek hayatınızda da ukala mısınününüvüüvüvü
Neden hep siyah giyiyöööööööööhhhhhhhhhhh
Canlı yayına neden hep erkekler bağlahühühühühü
Popüler kültürün içinde yer alıp onu eleştilililililili
İnsanları azarlamağllğlğlğlğlğlğ
Magazin muhabilehinihinihinihini