24.09.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:
Rakı denince ilk akla gelen isimlerdensiniz. Söyler misiniz, niçin içilir?
Bezginlikten kurtulmak için içilir ama içmesini de bilmek gerekir. Böyle akıl verdiğime de bakmayın, ben de ömrümce içmesini bilmiş değilim. İçkide benim 70 sene kıdemim var. 70 sene yahu!
Bol kahkahalı oluyor herhalde masanız?
Mutlaka. Benim eski gruplardan birine, ‘Tekel takımı’ derdik. Kabataş Lisesi’nde birlikte olmuş, birbirine ısınmış insanlardık. Bir kısmı mühendis ve mimardı. Onlarla iş hayatında olduk, birlikte binalar yaptık. Dostluk orada başladı. Onların sınıf arkadaşı Hasan Pulur’du. O da vardı takım içinde. Beni zaten gazete yazılarına sürükleyen de Hasan Pulur’dur.
Gazete yazılarınız nasıl başladı?
1982 yılıydı. Bir sabah kör karanlıkta Hasan geldi. “Abi, gazete yazılarına başlıyorsun” dedi. “Ben daha önce yazmadım, nasıl yazarım? Hem başımda bir bela var, şimdi yazamam” dedim. Sabretti ve sonunda “Bu sıkıntıda aklını çelecek tek şey, kafanı yazıya takmaktır” dedi. Bir süre düşündüm ve başladım. Bereket ki, Hasan sabretti.
10 sene Hürriyet’te, üç sene Akşam’da yazdım. 38’inci kitabım basıldı.
Üstatlardan başka kimlerle aynı sofrada bulundunuz?
Neyzen Tevfik, arkadaşım Rahmi’nin nikah şahidiydi. Tanıştık, bir sofrada oturmuşluğumuz oldu. Orhan Veli’yle de tanıştık. Çiçek Pasajı’nda birlikte içtiğimiz oldu. Pasajın girişinde sağda ‘Degüstasyon’ diye bir restoran vardı, orada Selahattin Pınar ve Osman Nihat ile içerdik.
Rakı masası arkadaşları nasıl seçilir?
Siparişle olan bir iş değil. Kendiliğinden oluşan ve oluşabiliyorsa oluşan, yoksa zorla oluşturulması mümkün olmayan bir yakınlık biçimi bu. Bizim takımlarımız var, adına “İçki Takımları” diyoruz. Dün akşam bir tanesindeydik. 12 kişi. İkisi eski bakan.
Neden kadınlar yok?
Efendim hanımlarla farklı yerlerdeki sofralarda bir araya geliyoruz. Hani herkesin içinde olmuyor kolay kolay da ondan.
Çiçek Pasajı’nda yan masalarda kadınlar da vardır muhakkak.
Eski meyhanelerde hanımlar bulunmazdı. Yalnız erkekler olurdu. Daha sonra barlar açıldı. Oraya hanımlar beyler birlikte giderdi. Bu iyi bir şeydir. Hanımlarla birlikte olunması erkekleri bir derece daha edepli olmaya sevk ediyor.
Öğle rakısı diye bir grubunuz varmış öyle mi?
Cuma günleri bir takım var. Öğle vakti Çiçek Pasajı’nda Seviç’te buluşuyoruz.
Bu takımlarda değişim oluyor mu hiç?
Futbol takımı gibi bir şey bu. Takımlar değişiyor, dağılmıyor. Dağılması ancak şöyle oluyor: Eski Tekel takımının yarısı öldü, yarısı da yasak yedi.
‘Yasak yemek’ ne demek?
Yasak ettiler. ‘Tıbbi yasak’ ettiler. “Yeter bu kadar, hastasınız” dediler. Yasak yiyenlerle yine iki ayda bir buluşuyoruz.
Yasağa rağmen yine de içiyorlar yani?
Bunların hepsi it takımı. Her şey beklenir, hergelelik olsun da... Zaten düzgün insanlarla meyhane arkadaşlığı yapılmıyor ki.
Siz yasak yemediniz mi?
Ben yemedim. Her gün içmeyi bıraktım. 40 senedir her gün içmiyorum ben. Doktor lafı dinlemek bizim huyumuz değil. Kendim bıraktım. Doktorla zıtlaşmak huyumuzdur. “İç” deseydiler içmezdim. “İçme” deseydiler, içerdim.
İstanbul’da en keyifli nasıl içiliyor?
İstanbul’da en keyifli içmek, saygı duyulan bir hanımla yalnız olarak olur.
Demlenme tüyoları verir misiniz?
Mezeden lokma alınarak içki içilir. Öyle lakur lukur devrilmez kadehler. Porsiyon yemek yemek ‘ham ervahlıktır.’ Hıyarın insanlara mahsus bir ifadesidir.
Mezenin olmazsa olmazı nedir?
Beyaz peynir candır. Mezenin şifresi, peynirin her türlüsü, her türlü pişirilmişiyle çözülür. Tabii peynirin de terbiyesi var. Mesela sahanda kaşar yapılır. Isıtılır kaşar, biberlenir. Lezzetine lezzet katılır. Peynirler ısıtılarak, tava yapılarak içki sofrasına getirilirse ‘tahsilli’ olur, peynire diploma verilir.
Kebap İstanbul’a 70’lerde geldi. Sofranızda yer buluyor mu?
Et şiş girer ama ufacık. Yumruk kadar şiş olmaz. Bir şişte 6-7 parça et varsa, dağıtılacak o. Porsiyon hesabı yiyen hıyarın tekidir.
Eskiye göre mezeler zenginleşti mi?
Zenginleşti ama azalan da var tabii. Marmara’daki balığın çeşidi azaldı çünkü. Izgara balık küçükse 5-10 tane gelir, adam başı bir iki tane düşerdi. Porsiyon yemek yenmezdi. Bu ham ervahlıktı. Ham ruhluluktu. Hıyarlığın insanlığa mahsus bir biçimi. Her yudumdan sonra lokma hesabı meze yenir. Beklenecek. Langur lungur yenmeyecek. Ağırlık sohbet olacak.
Sofra düzeninde nelere dikkat etmeli?
Şart yoktur. Ama masa çok kalabalık olmamalıdır. 40 çeşit meze olmaz. Bir iki cins peynir. Peynirin pişmişi, pişmemişi. Terbiye edilmişi, edilmemişi. Cacık. Buna benzer bazı şeyler.
Rakı bardağı nasıl olmalı?
Limonata bardağı vardır ya, normal bardak odur. Eskiden kalın dipli rakı kadehleri vardı. Onlar kullanılmıyor artık. Eski meyhanelerde onlar vardı. Su konulmazdı. Arkadan su içilirdi. Ben de gençliğimde uzun yıllar susuz içtim. Ama zımpara kağıdı gibi geçiyor buradan aşağıya.
ÜÇ DEFA KANSERDEN KURTULDUM
- Bu hayatta hem iyi hem kötü şeyler olur. Kötüler de bana bir şeyler öğretti. Tek istediğim, arkamdan kötü laf etmesinler. Bu yeter.
-Sizi seven insanlarla yaşamak önemli. Karşılıklı olarak muhabbetle bağlı olduğumuz insanlar var. Düşmanım olanlar var mı? Var. 3-5 kişi. Bunlar da gerçekten alçak heriflerdir.
-İki kere akciğer kanseri ameliyatı oldum. 30 sene sigara içtim. 20 yaşında başladım sigaraya, 50 yaşında bıraktım. Aradan 21 sene geçti. Bir arıza peydahlandı. Gebertici bir öksürük. Anlaşıldı ki sol akciğerin altında mandalina kadar kanser uru var. Hemen ameliyat... Dediler ki, “Bu tekrarlayabilir. Beş sene sürekli kontrol edilecek.”
-Beşinci senenin bitmesine bir ay kala bir defa daha çıktı namussuz. Bu defa öbür tarafta çıktı. Ama dokuz milimetreyken yakalandı. İkinci beş sene beklendi. Kolay olmuyor beş sene beklemek ha. Ve çıkmadı bir daha.
-Aradan yıllar geçti. Kulağımda bir sivilce, kaşıyıp atıyorum yeniden çıkıyor. Yine gittim doktora, “Bu da kanser” dedi. Cilt kanseriymiş o da. Onu şua tedavisiyle geçirttiler. Üçüncü kanserden kurtulan dünyadaki ender insanlardan biriyim. Milyonda bir ya var ya yoktur.