İsviçre, seyahat listemin ilk sıralarında yer alan ve özel program yaratmak istediğim başlıca rotalardandı. Bunca yıl bekledikten sonra buluşmamızın özel olacağını biliyordum. Fakat bu kadarını da düşünmemiştim. Zira, Türkiye’de saat deyince ilk akla gelen grup Saat&Saat sektördeki sevdiğim arkadaşlarımdan Alexander Kokoskeriya’yla heyecan verici bir ziyaret için İsviçre’nin yolunu tuttuk. Her zaman çok beğendiğim, marka konumlandırması ve başarısına hayran kaldığım Tag Heuer’ın ekibiyle tanışmak ve o baş döndürücü saatlerin ortaya çıkışına tanık olmak için markanın fabrikasını ziyaret ettik.
En stil sahibi şehirlerden: Zürih
Medeniyetin üst seviyelerde olduğu bu ülkenin en özel şehirlerinden Zürih. Gerçekten stil sahibi. Binaları, kafeleri, mağazaları, cool duruşu ve estetiğiyle karşınızda. Bankacılık sektöründe ağırlıkla yer alan beyaz yakalı erkekler, yoğun ve tekdüze hayatı, giyimleri, saatleri ve arabalarıyla keyifli hale getirmeye çalışıyorlar gibi. Dikkat çekici bir stile sahipler. Rhone Nehri’nin iki kenarında yer alan bölge, şehrin dokusunu hissetmek için gitmeniz gereken yerlerden.
1860’dan bugüne: Tag Heuer
Ve tabii ki saat! İsviçre, saatçiliğin beşiği. Dünyaca ünlü birçok markanın ana merkezi. Tag Heuer da bunlardan biri. Zürih’te bir günlük şehir turunun ardından trenle Neuchatel Kantonu’nun yolunu tuttuk ve yemyeşil Alpler’in manzarasıyla Tag Heuer’ın fabrikasına doğru yola koyulduk.
Zaman, geçen her dakika onlar için çok önemli. Çünkü tam da bu kıymetli zamanı yakalamak için saatine bakan milyonlarca insanın baktıkları yerdeler! 1860’ta Edouard Heuer’in açtığı saat üretim atölyesiyle markanın yolculuğu başlıyor. 1869’da ilk marka patenti alınıyor. 1962 yılında uzaya giden astronota eşlik eden ilk İsviçre saat markası unvanını alıyor. 1970’te Steve McQueen’in ‘Le Mans’ adlı filminde kullandığı ‘Monaco’ modeli markanın hit parçası haline geliyor. Hâlâ da öyle, benim de favorim!
Markanın tarihinde ilgimi çeken binlerce gelişme var. Bugüne kadar her yıl devrim niteliğinde gelişmeler söz konusu. Bunları bir saat kadranına girip içini geziyormuşsunuz gibi dizayn edilmiş, özel basın ziyaretleri için açılan fabrikadaki müzelerinde dinledik. Başarılarını; sistemli, profesyonel çalışmalarına, DNA’larına verdikleri öneme, yenilikçiliğe, sporcuları desteklemelerine, sponsorluklara, her bir saat hareketi ve tasarımına gösterdikleri özene, gelişmelere ve dijital dünyaya ayak uydurmalarına borçlular. Markanın bu yıl yeni dokunuşlarla tekrar hayat bulan belkemiği olarak duyurduğu modelse Carrera Heuer01. Beyler mutlaka inceleyin.
Neuchatel’e dönecek olursak; film platosu hissi veren, göl manzarasıyla büyüleyen, eski mimarisiyle adeta bir dönem filmine götüren sevimli bir yer. Mağazalar tarihi doku bozulmadan şehre entegre edilmiş. Fakat 18.00’den itibaren açık bir cafe bulmak zor. Cenevre’ninse en beğendiğim yeri Old Town bölgesi. Görsel olarak büyüleyici bir yapıya sahip bu bölgede harika konsept mağazalarla karşılaştık. Mutlaka gidin!
Haftanın ilham veren filmi: ‘Le Mans’ (1971)