Üç tarafı denizlerle çevrili bir Akdeniz ülkesi olarak nüfusumuzun büyük çoğunluğu denizi, güneşi ve yazı sever. Bu mevsimi sabırsızca bekleyen çoğunluğun başlıca üyelerinden biriyim. Kaş/Kalkan’da büyümem, dört yaşımdan beri denize ve yüzmeye hayran olmamın bunda etkisi büyük. Beş yıl aradan sonra bu yıl yine kavuştuk o kadife sularla. Gidiş sebebim biraz da işle ilgiliydi.
Yarı Türk yarı İtalyan olan ünlü tasarımcı Alessandra Lanvin ile Kaş’ta yer alan evinde bir çekim gerçekleştirdik. Yaşadığı Fransa’nın sahillerini bırakıp, ailece Kaş’ta geçiriyorlar yazı. Tasarımcının babasıyla konuştuğum sırada duyduğum bir cümle beni çok gururlandırdı. “Dünyanın en güzel denizi” diyordu Limanağzı’ndaki koy için. Hâlâ da temizliğini koruyor Kaş, korktuğum kadar büyüyüp kirlenmemiş. Alaçatı ve Bodrum’daki gibi snob beach club’lara yenilen koylar var ama alternatifleri de çok. Aradığınız şey hep bu alternatifler olsun, güzel ve temiz bir deniz bakın, ünlü bir beach club değil...
Sizce yaz nedir?
Yaz; harika bir denizdir, doğanın içinde kaybolmaktır, ailedir, taptaze meyvedir, yüzmekten yorulmaktır, denize girerken taşların ayağını acıtmasıdır. Mısırdır tuzla yediğin, kitabını okurken uyuyakalmaktır, güneşi batırırken hüzünlenmektir. Çoğu zaman denizden ve güneşten yorgun düşüp, erkenden uyumaktır. Bazen de geceye tüm enerjinle devam etmek, akşam yediğin harika bir balıktır, çarşıda dolaşırken aldığın bir bilekliktir, ıslak bademdir.
Her neredeyseniz, aradıklarınız bunlar olsun. Ben büyürken yaz durmadan hareket etmekti, ellerimiz buruşana kadar suda olmak ve hep yeni bir şey keşfetmekti. Kıyıya oturup, taşları karıştırmak ve onları bir şeylere benzetmeye çalışmaktı. Akşamları çarşıda buluşmak, dondurmamızı yedikten sonra yürümek, sahilde oturup şarkı söylemek, yıldızları izlemek ve her kayan yıldızda bir dilek tutmaktı.
Makyajın arkasına saklanmak
Çocukluk ve gençlikteki yazlar bu döngüde gitti ama büyüdükçe değişen pek de bir şey olmadı bende. Yazı doyasıya yaşamak bana göre sonsuz bir sadelikle doğaya ayak uydurmaktır. Kıyafetlerin ve markaların arkalarına saklanmadan, bedenlerinizi kendiniz olmaktan utanmadan özgürce sergileyebilmek, yapılı saçların, full makyajın arkasına saklanmamak ve gerçek olmak...
Yeni plaj kültürümüz
Biz ne ara, rahatlayıp tatil yapmaya geldiğimiz bir ortamda şezlonga havlu koyma yüzünden kavga eder olduk? Hangi ara yazı ‘beach clublar, ‘happy hour’lar ve köpük partileriyle sınırlandırdık? Hangi ara özgüvenimizi bu denli kaybedip, full makyajla denize girer olduk?
Önümüzde güzelim deniz dururken şezlonga oturup insanlara bakan, elinden telefonu düşürmeyen, asla yüzmeyen, sadece giriş parasını verip, o ‘beach’te oturmaya giden gençleri ne zaman yetiştirdik?
Plaj kültürünün birçok toplumun genel yapısından izleri anlamak için önemli bir ölçüt olduğunu düşünmüşümdür hep. Çünkü en şeffaf olduğun yerlerdendir. Statün, mesleğin, paran ve kıyafetin önemli değildir orada. Aynı denizi birçok farklı insanla paylaşırsın, kim olduklarını bilmeden. Yanlış yaptığımız şey, sanırım eşitlikten rahatsızlık duyup burada da bir statü yaratmak amacıyla kurulan kültüre kapılmak oldu. Lahmacuna o paraları ödemek, arabanı kendin park etmek istediğinde sana bağıran valeye boyun eğmek, işletmelerin kraldan çok kralcı olan çalışanlarına ses çıkarmamak, denize girmek yerine köpük partileri içinde kaybolmak oldu. Oysa doğa hepimizin, o deniz hepimizin. Mazur kaldığımız bu üstten tavırlar, ödediğimiz bu paralar ne için?