Cem Yılmaz’ın son filmi “A.R.O.G”, gişede rekora koşuyor. Ama nedense film vizyona girmeden “A.R.O.G”un yelkenlerini şişirmesini sağlayan medya rüzgârı şimdi tam tersi yönden esmeye başladı.
Filmin basın gösterimi ve gala sonrası “A.R.O.G”u yere göğe sığdıramayanlara inat, medyada filmi beğenmeyenlerin sayısı artmaya, sesleri daha gür çıkmaya başladı.
“A.R.O.G”u basın gösteriminde izledikten sonra, içinde Cem Yılmaz’ın zekâsını yansıtan güzel espriler var ama bunlar 128 dakikalık filmi sürüklemeye yetmiyor diye yazmış biri olarak, bir hafta sonra da olsa bunların yazılıyor olmasını keyifle izliyorum.
Salı akşamı FOX’ta ekrana gelen “Çarkıfelek”in canlı yayınında baktım Mehmet Ali Erbil de “A.R.O.G”a
karşı...
Ama onun karşı oluş nedeni biraz farklı.
Kendisinin de destek verdiği bir hayır gecesinde, ekonomik krize rağmen 300 bin YTL bağış toplanmasına rağmen medyanın buna hiç yer vermeyip Cem Yılmaz’ı sürmanşetlere çıkarmasını eleştiren Erbil, “A.R.O.G” için de şunları söyledi:
“Basın o tür hayır işlerine yer vermiyor ama Cem Yılmaz’ın A.R.O.G filmini birinci sayfalarından indirmiyor gazeteler. Film de film olsa. İzlemeye gidenler yarıda çıkıyor. Adam önce ‘G.O.R.A’ ile şimdi de ‘A.R.O.G’ ile milletle dalgasını geçiyor. ‘Ben ne yapsam siz gidip izleyeceksiniz’ diyor. Bu millet de gidip izliyor.”
İstiklâl’de duyduklarımMehmet Ali Erbil’in yaptığı değerlendirmeyi, rakip kıskançlığına bağlayabilirsiniz. Peki, İstiklâl Caddesi’nde önümüzde yürüyen 30’lu yaşlardaki bir kadınla erkek arasında geçen şu diyaloğa ne demeli?
Konuyu ilk açan kadın:
“Aşkım, hangi filme gidelim?”
“Ben A.R.O.G’a gelmem.”
“Niye aşkım?”
“Cem Yılmaz, filmin reklamını yapmak için televizyonlarda çıkmadığı bir hava durumu kaldı. İyi bir film yapmış olsaydı, bu kadar promosyona gerek duymazdı.”
“Ama aşkım senin ‘Gidelim’ dediğin Muro da çok kıro.”
Çiftin hangi filme gitmeye karar verdiklerini öğrenemedim.
Çünkü aramıza tramvay girdi.
Tramvay gittikten sonra etrafıma bakındım ama o mahşeri kalabalıkta, o ilginç çifti bulamadım.
Çocuklar istediğini mi, istediğimizi mi okumalı?İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği’nin yayın organı Baraka’da Özlem Gürses’le yapılmış bir röportaj okudum. ODTÜ mimarlık mezunu Gürses’in televizyon macerası birçok insan gibi benim de bildiğim bir konu. Bilmeyenler için de anlatayım:
Gürses, bir gün “Siyaset Meydanı”na izleyici olarak katıldı ve program sonunda Ali Kırca’dan teklif alınca hayatı değişti.
Özlem Gürses’in seçimiBenim o söyleşide dikkatimi çeken Gürses’in, “ODTÜ’yü, mimarlık bölümünü isteyerek mi seçtiniz?” şeklindeki sorusuna verdiği yanıt oldu: “Hem evet, hem hayır. Aslında konservatuvarda tiyatro okumak istiyordum, ancak ailem karşı çıkınca ben de bir anda tercihsiz kaldım. Babam akademisyen. Rica ettim üniversiteleri ve bölümleri gezelim diye. ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ne girdiğimizde tam anlamıyla vuruldum. Fakülte sanki bir sanat kurumu, bir konservatuvar gibiydi. Bir tarafta caz söyleyenler, pencere
pervazlarına dayanmış kitap okuyanlar, tiyatro provaları. Mimarlık nedir doğru dürüst anlamadan tamam dedim ve kazandım.”
Bir insan için en büyük hayati karar olan üniversite tercihinin o kişiye bırakılması yerine, anne ya da babanın o kararı, çocukları adına kendilerinin vermesinin ne denli yanlış olduğunu çok iyi anlatan bir olay bu.
ODTÜ Mimarlık mezunu Gürses, mimarlık mı yapıyor?
Hayır. O artık Türkiye’nin ünlü televizyoncularından biri. Hayatını ailesinin istediği gibi mimarlık yaparak değil, televizyonculuk yaparak kazanıyor.
Gürses, ailesinin istediği mimarlık yerine, kendi isteği olan konservatuvara girse acaba sonuç ne olurdu?
Gürses’i ODTÜ’ye gittiğinde yaptıkları sanatsal faaliyetlerle etkileyenler acaba şimdi ne yapıyor?
Onlar da Gürses gibi, üniversite eğitimini anne ve babasının isteği doğrultusunda okumuş, ama kendi istediklerini mi yapmaya koyulmuştur.
Kim bilir?