Ne film eleştirmenleri, müzik dünyasından gelip sinema yapanlara tepeden bakmalı, ne de çiçeği burnundaki sinemacılar, meslekleri film eleştirmenliği olan insanları bu denli yok saymalı
Kısa bir süre öncesine kadar böyle değildi bu. Vizyona giren filmlerin ilanlarında sadece sinema eleştirmenlerinin, film hakkında yazdıklarından alıntılar oluyordu.
Ne zaman ki Mahsun Kırmızıgül, yazıp, yönettiği üçüncü filme rağmen kendisini sinemacı olarak görmeyen eleştirmenlere rest çekti, işler değişti.
Kırmızıgül’ün eleştirmenlerin yerine filmini izlettiği köşe yazarlarının yazdıklarını gazete ilanlarında kullanınca devamı geldi.
Özcan Deniz’in yönettiği ve başrolünde oynadığı ilk sinema filminin gazete ilanlarında, ‘Ya Sonra’ hakkında yazdıklarından alıntılar yaptığı köşe yazarları arasında Hürriyet’ten Ömür Gedik ve Sabah’tan Olkan Özyurt’un dışında film eleştirmeni yok. En azından bu satırların yazıldığı gün çıkan ilanlarda durum böyleydi.
Özcan Deniz; Güneri Cıvaoğlu (Milliyet), Ahmet Hakan (Hürriyet), Cengiz Semercioğlu (Hürriyet), Yüksel Aytuğ (Sabah) ve Sanem Altan’ın (Vatan) film hakkında yazdığı güzel sözleri filminin ilanında kullandı.
Özcan Deniz, galadan önce çektiği filmi bana da izletti.
‘Ya Sonra’yı izledikten sonra görüşlerimi bu köşede dile getirdim.
Özcan Deniz, benden alıntı yapmadığına göre demek ki yazdıklarım pek de hoşuna gitmedi.
Bir üzüldüm, bir üzüldüm, anlatamam! O yüzden günlerdir gözüme uyku girmedi, boğazımdan lokma geçmedi!
Övgüye evet, eleştiriye hayır!
Sinema eleştirmenlerini kaale almayanların Prestij Müzik ekolünden gelen Mahsun Kırmızıgül ve Özcan Deniz’le sınırlı olduğunu düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz demektir.
Sinemadaki eksen kaymasına iki örnek daha vereyim o zaman.
Hülya Avşar, Yavuz Bingöl, Songül Öden ve Kerem Alışık’ın başrollerini paylaştığı ‘72. Koğuş’ filminin gazete ilanında da benzer bir durum söz konusu.
Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever, Milliyet’ten Mehmet Tezkan, Sabah’tan Mahmut Övür’ün yazılarından alıntıların kullanıldığı ilandaki tek film eleştirmeni Sabah’tan Atilla Dorsay’dı.
‘Aşk Tesadüfleri Sever’in yapımcısı ise ne eleştirmenlerin ne de köşe yazarlarının görüşüne yer verdi gazete ilanlarında.
‘Aşk Tesadüfleri Sever’in referans olarak gösterdiklerinin tümü ‘twitter tayfası’ydı.
Ömer Faruk Sorak’ın gazete ilanlarında yer verdikleri film eleştirmenleri veya köşe yazarlarının yazdıkları değil, filmi izleyip, beğenilerini dile getiren ‘seyirci tweetleri’ydi.
Mahsun Kırmızıgül’ün sinema eleştirmenlerine rest çekmesine rağmen ‘New York’ta Beş Minare’ filminin gişede başarılı olması, anlaşılan başkalarına da örnek oldu.
Sinemadaki bu eksen kayması iyi bir şey mi?
Değil tabii ki.
Ne film eleştirmenleri, müzik dünyasından gelip sinema yapanlara tepeden bakmalı, ne de çiçeği burnundaki sinemacılar, meslekleri film eleştirmenliği olan insanları bu denli yok saymalı.
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ VE TÜRK KADINININ HALi
Bugün 8 Mart; yani ‘Dünya Kadınlar Günü’.
Eğitimli, eğitimsiz fark etmiyor. 100 kadından 41.9’unun şiddet gördüğü bir ülkede ‘Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamak, yaman bir çelişki olsa gerek, ama ben yine de buruk da olsa kutlamak istiyorum, kadınların bu özel gününü.
Gönül istiyor ki, değil hiçbir kadın, hiçbir insan, hatta hayvan şiddet görmesin.
Ama görünen o ki Türkiye’de şimdilik temenniden ileri gitmiyor bu.
Çünkü ‘Dünya Kadınlar Günü’nü kutladığımızın ertesi gün Türkiye’de bu sorun bıçakla kesilmiş gibi sona ermeyecek.
Bunun için Türkiye’de zihniyet devrimi lazım.
Bunu gerçekleştirene kadar, “Ya benimsin, ya toprağın” diyenlerle mücadele etmek gerek.
‘İleri demokrasi’nin yolu, karşı cinse ve karşı fikre saygı duymaktan geçiyor.
Maalesef ki o da bizde yok.
Birçok konuda gelişmiş ülkelerle aynı düzeyi yakalayan Türkiye’ye bu sevimsiz tablo yakışmıyor mu?
100 kadından 41.9’u fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldıktan sonra, milli hasıladan kişi başına düşen pay üç bin dolardan 20 bin dolara çıksa ne fark eder, insanca yaşayamadıktan sonra?
Yeri gelmişken Leman’ın ‘Dünya Kadınlar Günü’ne özel çıkardığı ‘Bayan Yanı’ ekine bayıldığımı da belirtmeliyim.
Hazırlayanların eline sağlık.