Kimse bana "İhanet ve entrika dizilerinin de sonu gelecek bu ülkede” demesin. Çünkü senaristlerin hayal ürünü dizilerden daha âlâsı var hayatın içinde. O dizilerin bu kadar ilgi görmesinin sebebi de bu...
Yer Belek. Maxx Royal Otel’in terası. Saat 18.00 suları. Maxx Royal Otel’in açılışı olacak birazdan. Eczacı arkadaşım Caner Yıldız’la vakit geçiriyoruz otelin terasında.
Önümüzdeki masada da 30’lu yaşlarda beş kadın, sohbet ediyor kendi aralarında.
İçlerinden biri, “Çocuk için asla kimseyle tartışmam, kavga etmem. Çakarım ağzına iki tane” demesin mi, hem de bayağı bir yüksek sesle.
Caner’le baka kaldık birbirimize.
Çok geçmeden sohbetin konusu 'anne çocuk ilişkisi'nden kocalarıyla olan ilişkilerine döndü.
Öyle bir sohbet ki, 'kaset çeteleri'nden biri 'ortam dinlemesi' yapıp, o kadınların söylediklerini kayda alıp internete yüklese, tıklanma rekoru kırar her biri.
Ek rüzgarı, biç fırtınayı!
Biri diyor ki, “Dün akşam diskoda gözlerimle gördüm. Her şeyi ortada Rus bir kızın karşısına geçmiş yılışık yılışık dans ediyordu benimki.”
Yangının üzerine benzinle gidiyor öteki:
“Bana öyle yapacak benimkisi, vallahi odaya çıkınca yüzüne bakmam. Onunla aynı yatakta bile yatmam.”
Sırtı denize dönük olan kadın, “Kocam bana öyle yapacak, bir ay yüzüne bakmam valla” deyince, bir başkası giriyor söze:
“Kocalarımızı biz adam etmedik”
Bir elinde kırmızı şarap, bir elinde puro olan kadın, 'en gerçekçi'leri.
Diyor ki, “Söyle bakalım seninkine, bunu kabul edecek mi? Etmez, ayakları yere sağlam basıyor çünkü. Paraları var, işleri tıkırında, müdanaları yok ki.”
Dizinin kralı hayatın içinde
Koca parasıyla sürdürülebilir lüks hayatın formülünü keşfetmiş kadın alıyor sazı eline:
“Bıt bıt bıt yapmayacaksın, o zaman baştacısın. İki senedir böyle yapıyorum, çok rahatım.”
Kavga çıkarmak yerine çocuğunu tokatlamayı tercih eden kadın, “Annemle babamın bir kez bile kavga ettiklerini görmedim, ama bizim kavgasız bir günümüz yok” deyince Caner’e seslendim:
Kalk gidelim. Şişirdi beni bu kadınlar. Dayanamayıp sonunda birkaç laf edeceğim, yok yere girecek başımız belaya.
Sadece Antalya’nın değil, belki de Türkiye’nin en lüks otellerinden birinin müşteri profili buysa, 'ihanet ve entrika dizilerinin de sonu gelecek bu ülkede” diye demesin kimse bana bundan böyle.
Çünkü senaristlerin hayal ürünü dizilerden daha âlâsı var hayatın içinde. O dizilerin bu kadar ilgi görmesinin sebebi de bu.
Kendilerini görüyorlar çünkü her izlediklerinde.
ALKIŞLAR BURAK YILMAZ’A
Geride bıraktığımız futbol sezonunda sergilediği futbolla Trabzonspor’da yıldızı parlayan Burak Yılmaz, hakkında çıkan transfer haberlerini yalanladı:
“Ben Burak Yılmaz olarak Trabzonspor’da parladım. Şimdi de bu takımın bana ihtiyacı var ve ben bir yere gitmiyorum. Yeni sözleşmeye de imza atmaya hazırım.”
Daha dün gibi hatırlıyorum.
Trabzonspor, Selçuk İnan’ı Manisaspor’dan transfer ettiğinde spor yazarı arkadaşım Mehmet Demirkol, “Nasıl bir transfer bu” diye sorulduğunda, “Yıldız bir futbolcu değil Selçuk” demişti.
Çünkü o zaman öyleydi.
Selçuk İnan, Trabzonspor’da yıldız oldu.
Tabzonspor Başkanı Sadri Şener’in deyimiyle, “Avrupa... Avrupa” diye tutturdu, o yüzden takımla sözleşme yenilemeye yanaşmadı, “Bana müsade” bile demeden Galatasaray’la anlaşma yaptı ve iki kulübün arasını açtı.
İkisi de profesyonel futbolcu.
Peki hangisinin yaptığı doğru?
Burak Yılmaz, kutluyorum seni.
FARUK BİLDİRİCİ, NEREDE O GÜNLER?
Bizim yıllar önce 'Milliyet’in Anayasası'nı yazmaya çalıştığımız dönemde, gündeme aldığımız bir konuya el almış dün Hürriyet’in Okur Temsilcisi Faruk Bildirici.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ndeki, “Bir yayın organında sürekli veya zaman zaman gazetecilik kapsamına giren alanlarda faaliyet gösterenlerin asli işleri uygun şekilde belirtilmeli, kamuoyu onların temel konumu hakkında bilgilendirilmelidir” bölümüne vurgu yapan Bildirici’nin istediği şu:
“Bir polis amiri, aynı zamanda yazarlık yapıyorsa, isminin altına ‘polis amiri’ olduğunu yazmak gerekir. Aynı şekilde ekonomi yazan bir finans kuruluşu yöneticisi için de geçerlidir bu kural. Siyaset yazan öğretim üyesi ya da spor uzmanı için de.
Nihayetinde okurların ‘gazeteci olmayan yazarlar’ın asıl işlerini bilmeye hakları var. O kişilerin asıl işlerini bilirlerse, yazılarını ve sözlerini de ona göre değerlendirme olanağına kavuşurlar. Aksi halde okur, yanıltılmış olur.”
Kalemini ticaret için kullananlara birkaç ilave de ben yapayım.
Gece kulüplerine, barlara çerez pazarlayanlar, artık gizli değil, aleni olarak basın danışmanlığı yapan ‘yazar’lar da var.
Bunların kimler oldukları belli.
'Gazeteci'lerle, 'gazeteci olmayanlar'ı ayırt etmek için yapılacak iş çok basit aslında.
Köşelerinin altına asıl işlerine dair konacak tek satırlık bir not.
Bunu bile yapmıyor, yapamıyor medya.