01.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
EDA ÜNSÜN - eda.unsun@milliyet.com.tr
Da Vinci’nin Şeytanları’, ‘Life in a Fishbowl’ ve ‘Anna Karenina’ filmleriyle tanınan İzlandalı oyuncu Hera Hilmar, şimdi de ‘The Ottoman Lieutenant’la karşımıza çıktı. Yönetmenliğini Joseph Ruben’in yaptığı filmde Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem’le kamera karşısına geçen oyuncu, Türkiye’de geçirdiği zamanlardan ve hayat verdiği Lillie karakterinden bahsetti.
- Film için yapılan seçmeler nasıldı? Osmanlı tarihini daha önce araştırma şansınız oldu mu?
Önce küçük bir parça kaydedip yönetmenimiz Joseph Ruben’e gönderdim. Seçildikten sonra da I. Dünya Savaşı ve Osmanlı hakkında araştırma yaptım. Fakat itiraf etmeliyim ki çok karışık ve zor bir konu.
- Lillie karakteriyle benzer yönleriniz var mı?
Lillie, hakları ve özgürlüğü için savaşan cesur bir kadın. Bizim de hâlâ bazı şeylerle savaştığımızı düşünüyorum. ‘Hayır’ı cevap olarak kabul etmiyor, ben de öyleyimdir. Sahip olduğu tüm parayı bir şeye harcıyor ve ailesini tekrar görmemeyi bile göze alıyor. Ve ilk aşamada aşkı için değil, kendisi için bunu yapıyor. Çünkü inandığı bir şey var. Lillie’nin bu adanmışlık haliyle kendimi bağdaştırıyorum.
- Gerçek hayatta iki aşk arasında kalsaydınız ne yapardınız?
Sanırım içgüdülerimi dinlerdim. Hangi adamın kokusunu daha çok seviyorum, hangisiyle anı daha iyi yaşayabiliyorum ona bakarım. Genel olarak aklımı değil kalbimi dinlerim ama bu konuda karmaşık bir yol da izleyebilirim.
- Siz de aşkınız için aynı şeyleri göze alır mıydınız?
Evet, kesinlikle yapardım. Aşklarının peşine düşmeyenlerin pişman olduğuna inanıyorum. Ben de aşk için çok saçma şeyler yaptım. Belki de olmaması gereken şeylerdi ama şimdi olsa
yine yaparım.
- İstanbul’a ilk gelişiniz miydi? Nasıl buldunuz?
İlk kez geldim İstanbul’a, harikaydı. Filmdeki sahnem için şehri Boğaz’dan görmek istedim. Tekne turu yaptım ve filmde göreceğim noktadan İstanbul’u görmüş oldum. Çekimler bittikten sonra da vakit geçirdim. Harika bir şehir. Renkleriyle, kokusuyla, atmosferiyle, hareketliliğiyle her şeyiyle çok keyif aldım.
- Fragmanda sizi bir camide görüyoruz. İlk kez mi ziyaret ettiniz?
Londra’da, küçükken birkaç camiye gitmiştim. Çekimlerden önce Sultanahmet, Süleymaniye camileri ve Ayasofya’ya da gittim. Ama İstanbul’dakilerin atmosferleri bambaşka. Bu kadar güzellerini görmemiştim. Harika mimarileri var. Cennet gibi ruhani yerler.
- Rol modeliniz ya da idolünüz var mı?
İyi şeyler yapan insanları severim. Hayatta inandığı şeyler için savaşan ve cesaret gösterenleri özellikle. Çalışkan insanlar benim rol modelim.
‘Haluk Bilginer’i beğeniyorum’
- Haluk Bilginer ve Selçuk Yöntem hakkında neler söyleyeceksiniz?
İkisi de harika oyuncular. Haluk Bilginer’le daha fazla vakit geçirdik. Karizması, mizah anlayışı ve oyuncuğuyla kendisini çok beğeniyorum. Aynı okuldan mezun olmamız da hoş bir tesadüf. Okul yıllarımızdan konuştuk. Bu arada, İlker Kaleli de Londra Müzik ve Drama Sanatları Akademisi’nden arkadaşım.
- Türk mutfağını nasıl buldunuz?
Yemeklere gerçekten bayıldım. Favorim Kapadokya’da yediğim karnıyarık. Burada her şey çok taze ve renkli. Londra’da da sık sık kebap yerim ama itiraf edeyim, Türkiye’deki çok daha lezzetliydi.
‘Türk kadınları zeki ve güçlü’
- Türk kadınlarını nasıl buldunuz?
Genel olarak çok zeki ve güçlüler. Burun ve kemik yapılarından bu da yüzlerine ve tavırlarına yansıyor. Bu projede beraber çalıştığım Türk kadınlarının hepsini çok sevdim. Güzel bir mizah anlayışları var.
- Türkiye’deki setler hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Buradaki setlerde çok daha fazla insan oluyor. Çok uzun saatler çalışıyorsunuz ve iş yükü fazla. Bizim o konuda çok katı kurallarımız var.