Celal Abdi Güzer: “Bu kurulmuş gerçeklik çağında eleştirel mesafeyi doğru kullanmalıyız...”
Mimarlık eleştirisi denilince Türkiye’de akla gelen ilk isimlerden biri olan Prof. Dr. Celal Abdi Güzer, halen ODTÜ Mimarlık Bölümü’nde mimarlık eleştirisi üzerine dersler veriyor ve dördüncü sınıf tasarım stüdyosu yöneticiliği yapıyor. Abdi Güzer “Neden daha az mimarlık eleştirisi yazıyorsun?” sorularına karşın aslında yazmaya devam ettiğini; ancak sosyal medyanın etkisiyle mimari eleştiriye bakışın, algı ve önceliklerin değiştiğini; tekil yapılar üzerine ve doğrudan yargı içeren indirgemeci bir eleştiri beklentisinin öne çıktığını belirtiyor ve ekliyor: “Kurulmuş gerçeklik çağında çoğalarak artan bilgi kirliliği göz önüne alındığında önümüze çıkan eleştiri ve değerlendirmelere mesafe ile bakmak daha da önem kazanıyor.”
Yasemin Şener, Mimar
YASEMİN ŞENER: Barındırdığı temsiliyetleri düşünerek eleştiri kavramını nasıl tanımlayabiliriz?
CELAL ABDİ GÜZER: Eleştiri genellikle popüler kültür ortamında doğrudan değer atfetme, sınıflama, iyi-kötü gibi sıfatlar kullanarak bir yere koyma olarak, çoğu zaman da olumsuz bir şey gibi anlaşılıyor. Öte yandan Latince kökenlerine gidildiği zaman eleştiri ayırt etmekle ilişkili bir sözcük. İster istemez öncelikle farklılıkları, özgün yanları anlamayı, karşılaştırmaları ve sınıflamayı da içeren bir tanım bu. Bir şeyin neden öyle olduğunu, nasıl bir anlam ürettiğini, benzerleriyle karşılaştırıldığında farkını, kurduğu süreklilikleri, içinde yer aldığı ortama etkisini, o ortamı etkileme ve dönüştürme biçimini anlamaya dair bir olgu. Böyle bakıldığında eleştiri sadece bitmiş bir ürünü değil, o ürünün parçası olduğu bir süreci ve oluşmasında öne çıkan değerler sistemini bir arada anlamaya çalışıyor. Burada tekil ürünlerin örnekleme alanı olduğu geniş kapsamlı bir olgudan bahsediyoruz. Ancak, popüler kültür ortamında daha çok doğrudan tekil bir ürün ya da olguya değer atfetmeye yönelik bir süreç gibi algılanıyor. Eleştirinin kısa yoldan bir ürünün nihai değerini ortaya koyması bekleniyor. Eleştirmenin soru soran bir anlatıcı olmasından çok karar veren bir otorite olması bekleniyor.
YŞ Mimarlık tarihi, mimarlık eleştirisi ve mimarlık teorisi birbirine sıklıkla karıştırılan, aslında çok geçirgen kavramlar. Bu kavramları nasıl ayrıştırabiliriz?
CAG Mimarlık teorisi, mimarlık tarihi ve mimarlık eleştirisi süreklilik içinde, ince çizgilerle ayrılan kavramlar. Zaman zaman birbirlerinin yerine geçebiliyor, bir diğeri üzerinden anlam kazanabiliyor. Eleştiri olmadan tarih yazımının olması ya da teoriye dayanmayan bir eleştiriden bahsetmek çok kolay değil. Sonuçta eleştiri, sınıflamalarını bir anlama modeli oluşturmak üzere yapıyor. Tarih de bunu yapıyor; davranışlar, stiller, yaklaşımlar, izmler diye sıraladığımız şeyler sonuçta baştan bir haksızlığı göze alıyor. Yani hiçbir tekil örnek aslında herhangi bir anlayışla birebir örtüşmüyor. Her örneğin mutlaka özgünlükleri, farklılıkları var ama günün sonunda bu sınıflamaların bütüncül yapısı bize bazı davranış biçimlerini, dönemsel özellikleri anlamak için model oluşturuyor. Eleştiri bağlamsal girdileri öne alan bir süreç; yani herhangi bir konuyu, projeyi, davranış biçimini anlamaya çalışırken ve ona değer atfetmeye çalışırken ister istemez onun içinde bulunduğu ortamı çok geniş kapsamlı olarak, bir ilişkiler sistemi içinde tanımlıyoruz. Bağlam dediğimiz şey, kültürü, tarihi, ekonomiyi, politikayı, ideolojileri, fiziksel verileri içerecek şekilde çok geniş bir zemine karşılık geliyor. Tarih bu ilişkileri içeren, eleştirel bir derinlik kazandığı zaman içe kapalı bir disiplin olmaktan uzaklaşıyor. Teori ise mimarlık alanındaki birikimin bir bütün olarak değerlendirildiği bir arka plan sunuyor, eğitimin zeminini oluşturuyor.
Aslında tasarım süreçleri ile eleştiri çok iç içe; çünkü tasarım dediğimiz süreç tamamen eleştirel bir süreç. Hep şu örneği veriyorum: Önünüzde bir sorun ve boş bir kağıt varsa, bu kağıdın üzerinde çizilmemiş ya da çizilmeye hazır yüzlerce, binlerce eskiz var demektir. Çünkü, sonuçta bir soruna çözüm aramak üzere bazı nesnelerin birbirleriyle ilişkilerini düşünüyor, bir araya gelme biçimleri öneriyoruz. Matematiksel olarak baktığımız zaman iki şeyin bir araya gelmesi için sonsuz sayıda alternatif var; bunları azaltabilmek ve bir tanesine karar verebilmek için bir dayanak noktamızın, seçim yapmaya yönelik eleştirel bir değerlendirmemizin olması lazım. Yani bireysel bir pozisyonunuz, inandığınız değerler sistemi, öncelikler sistemi var ve buna göre de neyi yapacağınıza ve yapmayacağınıza karar veriyorsunuz. Bu bazen size dayatılan bir şey de olabiliyor; örneğin işverenin, yasaların, yönetmeliklerin talepleri, öncelikleri gibi. Bütün bunların sonucunda da bir uzlaşma noktası oluşuyor, ortaya tek bir şey çıkıyor. Tersten gidersek de aslında eleştiri bu süreci anlamaya, önceliklere karar vermeye çalışıyor. Daha önceden oluşmuş teorik birikim ve tarihsel arka plan bu sürecin girdilerini oluşturuyor. Manfredo Tafuri’nin mimarlık eleştirisi için kullandığı, çok sevdiğim bir tanım var: Demistifikasyon. Yani miti kırma, mitin üzerini açma süreci. Kendiliğimizden, tepeden
inme değer verdiğimiz ve öyleymiş gibi kabul ettiğimiz bir şeyi başka açılardan gördüğümüzde gerçekten o değeri içerip içermediğini sorgulayabileceğimiz bir süreç. Özellikle popüler kültür ortamımız mitleştirmeye, tepeden yargı oluşturmaya, beğenmeler/beğenmemeler üzerinden değer oluşturmaya çok açık. Bu açıdan kendiliğinden oluşmuş normların sorgulanması, tarih ve teorinin eleştiri ile bir arada kullanılması çok önemli.
YŞ Farklı disiplinlerin bilgi birikimini kullanan mimarlık mesleğinde eleştiri kavramı yine multi-disipliner bir zeminde mi biçimleniyor?
CAG Çok doğru, mimarlık birçok özelliğini başka disiplinlerden ödünç alıyor. Dilinden tutun da yöntemlerine kadar. Başta sanat dersleri alıyoruz, eskiz yapıyoruz bir şeyi temsil etmeye yönelik; bunun içine yorum da katıyoruz tabii. Edebiyat, mimarlığın dirsek temasında olduğu çok temel alanlardan bir tanesi. Bakacak olursanız mimarlık tarihi de, eleştirisi de büyük ölçüde edebiyat
diline geçirgendir. Uyum, uyumsuzluk, süreklilik, tutarlılık, tezat, dil gibi, bir yapıyı veya çevreyi okumaya yönelik sözcüklerin birçoğu edebiyattan ödünç alınmıştır. Bunun dışında, iç içe olduğu başka sanat dalları da var mimarlığın; örneğin sinema. Benim 4-5 tane öğrencim mastır ve doktora seviyesinde sinemayla ilgili tez yazdı. Sinemadaki mekan anlayışı, sinemanın mimarlığı etkileme biçimi gibi. Dolayısıyla böyle karşılıklı olarak farklı disiplinleri zenginleştirecek bir geçirgenlik var. Bunun dışında mimarlık çok geniş bir alanı kapsıyor. Yatırım, refah ölçütü olma, al-sat özelliği var; tüketim biçimlerini yönlendirme özelliği var. Bütün bunlara baktığınız zaman ister istemez ekonomiyle, sosyolojiyle, ideolojilerle geçirgenlik taşıyor. Bir güç ve kimlik meselesi var mimarlığın, temsil ettiği dönemsel özellikler var. Kültürün temsili biçimi. Bütün bunların ötesinde mimarlık üzerinden yaşamı, yaşamın önceliklerini okuruz. Yeri, geleneği, kültürü ve bağlamı anlarız. Bu anlamda da mimarlık eleştirisi sadece tekil yapıyla ilgilenmiyor; mimarlık üzerinden ilişkileri, öncelikleri, sorunları, tarihi okumaya dair geniş bir zemini temsil ediyor. Yoksulluk, refah, göç, teknoloji gelenek; bunların hepsi mimarlık üzerinden okunabilir şeyler. Mimarlık araştırmaları çok geniş bir zemine dayanıyor. David Harvey bir coğrafyacı olmasına rağmen ekonomik sistemin değişimini ve dönüşümünü, post-modernizm olgusunun kentlere yansımaları üzerinden anlatmaya çalışıyor. Küreselleşme dediğimiz olgu, yer hissinin kaybolması, kimlik kaybı, göç meselesi, mimarlık üzerinden yansımalarına bakılarak okunabilecek, tartışılabilecek konular. Bu geniş varoluş mimarlık eleştirisi alanını hem çok zengin hem çok zor kılıyor.
Mimarlık eleştirisi eleştirenin bireysel pozisyonuna bağlı olarak farklı sorun ve ölçek önceliklerine yoğunlaşıyor. Yapı detayından gelir dağılımı adaletsizliğinin kentlere yansımasına, teknolojiden göç meselesine pek çok konu eleştirinin ilgi alanı içinde. Dünyaya hangi önceliklerle ve nereden baktığınız önem kazanıyor. Bir eleştirmenin bakış açısı kendi varlığından ve kendi önceliklerinden bağımsız değil. Bir dönem mimar adeta bir “kahraman”, “kurtarıcı” gibi algılanıyordu. Ben buna zaman zaman konuşmalarımda “pelerinli mimar” diyorum. Hep toplumsal bir rol model, bir lider olarak görülüyordu. Böyle kahramanlar da vardı mimarlık tarihi içinde, hala da var. Fakat sonuçta bu kişilerin yaptıklarının ve dönüştürme güçlerinin, dünyanın baştan çıkmış değişimi ve dönüşümü içinde ne kadar ve hangi yönde etkili olabildiği de tartışmaya açık kaldı. Buna hep Falling Water evi örneğini veriyorum. Frank Lloyd Wright’ın tasarladığı ünlü ev, Amerikan Mimarlar Enstitüsü tarafından 100 yılın yapısı seçildi. Bir yerinden baktığınızda detaylarıyla, estetiği ile, doğayla bütünleşme biçimiyle harika bir bina. Gittim gezdim; hayran olmamak mümkün değil. Öbür taraftan baktığınızda da herkese ait bir nehir yatağının, şelalenin üzerine kondurulmuş bir ev. Şimdi çevreci bir şapkayla baktığınızda veya özel mülkiyet/kamusal mülkiyet ayrımı açısından baktığınızda bu evi algılama biçiminiz farklı olacaktır. Sadece cephesine, oranlarına, malzemelerine baktığınızda algılama biçiminiz farklı olacaktır. Söylemeye çalıştığım şey tam olarak bu. Pozisyonunuza ve hangi değerleri öne aldığınıza bağlı olarak kendinizi iki uç noktaya giden bir çatışma içinde bulabilirsiniz.
YŞ Mimarlık eleştirisi tarihsel süreç içerisinde nasıl gelişim gösterdi?
CAG Her tasarım süreci eleştirel bir süreç aynı zamanda. Dolayısıyla tasarım yapan her mimar ya da tasarımcı ister istemez, açık ya da örtük olarak eleştirel bir yol izliyor. Zaten mimarlık okullarında, stüdyo derslerinde eğitimin önemli bir yanı projelerin yapılanın “kritik” yolu ile geliştirilmesi yani eleştirilerek son halini almasıdır. Geleneksel mimarlık atölyelerinde de proje süreçleri öyle yürür, Louis Khan’dan Le Corbusier’e, Frank Lloyd Wright’tan Tado Ando’ya... mimarlar proje üretirken kendi içinde eleştirel bir atölye gibi çalışırlar. Böyle bakınca mimarlık eleştirisi mimarlık mesleğinin tarihiyle paralel olarak var olan bir olgudur. Ama bunun sistematik olarak nasıl ortaya çıktığına bakacak olursak bu kimilerine göre Vitruvius’tan, onun “Mimarlık Üzerine 10 Kitap”ından beri var. Sonrasında da çok yaygın olarak hayatımıza girdiğini görüyoruz. Örneğin 1800’lerde daha çok tüketim alışkanlıklarını yönlendirmek üzere bir sürü dergide iyi mutfak nedir, evler nasıl tefriş edilir gibi şeyler yazılmış. Sonralarında biraz daha sistematik bir hal alıyor, kentsel sorunları, önemli yapıları, bunların kent ve yaşam üzerindeki etkilerini tartışan köşe yazılarını görüyoruz. Mimarlık üzerine uzmanlaşmış dergilerin yayınlanması ile mimarlık eleştirisi yazıları ve bu alanda uzmanlaşmış kişiler ortaya çıkıyor. Bizde çok yaygınlaşmadıysa da bazı gazetelerin mimarlık köşeleri var. Allan Temko vardı mesela; San Francisco Chronicle’da yıllarca mimarlık ve kentsel sorunlar üzerine yazmıştı. Yeni bir bina inşa edildiğinde herkes bekliyordu, acaba Allan Temko nasıl değerlendiriyor diye. Bizde de Oktay Ekinci’nin Doğan Kuban’ın yazdığı köşe yazıları vardı, her ikisini de rahmetle anmak gerekiyor buradan. Daha çok popüler kültüre hitap eden bu eleştiri biçimi akademik ortamda biraz daha farklı bir yapı barındırıyor. Multi- disipliner anlamda, bağlamsal bir eleştirel gelenekle tanışmaya başlıyoruz. Yani uzman kişinin geriye çekilerek tek bina ya da konu üzerine yoğunlaştığı bir eleştiriden çok bir sorun ya da olgunun farklı disiplinler öncelikler içinde karşılaştırılmalı olarak değerlendirildiği kapsayıcı eleştiriler.
Bu anlamda üç farklı kültür ortamını ve bunlara yönelik eleştirel geleneği ayırt etmek gerekiyor. Popüler kültür, akademik kültür, ikisinin arasında da profesyonel kültür. Doğrudan yapı üzerine yapılan eleştiriler daha çok profesyonel dergilerde görülüyor. Bir de mimarlık tarihi ve diğer disipliner alanlarla ilişkilenen, genel bir konuyu, olguyu, sorunları, yaşanan dönüşümleri tartışan, tekil örnekleri bu tartışma içinde konumlandıran örnekler var. Bu anlamda Kenneth Frampton, Charles Jencks gibi isimler mimarlık tarihiyle mimarlık eleştirisinin kesişim notasını temsil ediyordu. Örneğin Jencks’in mimarlığın dönemsel yaklaşımlarını ve önceliklerini anlamaya yönelik tabloları vardır; içinde anlayışların, mimarların, binaların yer aldığı tablolar. Ama bunlar doğrudan mimarları ya da ürünleri bir yere konumlandırmaktan çok, başta söylediğim gibi bir anlama modeli oluşturmaya yönelik çabalardı. Bu anlamda akademik eleştiri ürünler aracılığı ile dönüşümlerin, süreklilik
ve kırılmaların arka planını, mimarlık üzerinde etkili olan sosyal, kültürel, ekonomik ve ideolojik girdileri anlamaya çalışır.
Bugün sosyal medya aracılığı ile popüler kültür ortamının ivmelenen bir baskınlık kazandığını gözlüyoruz. Sonuçta herkes her konuda olduğu gibi mimarlık ve kentleşme konusunda da yazıyor. Zaman zaman uzman olmasa da toplumda popülaritesi olan kişilerin belirli bir konuda söyledikleri ilgi çekiyor, yapay ama baskın bir değer kazanıyor. Sosyal medya sadece dışarıdan bir bakış olarak algılanmamalı; güçlü bir yönlendirme kabiliyetine de sahip. Akademik ortam mümkün olduğu kadar çok boyutlu bir sorgulama ortamı iken popüler kültür ortamı işin bir yanı ile ilgili indirgeyici bir yaklaşım benimser. Bir binanın bir tane resmi, popüler ortamda o binayı sevmek veya yermek için yeterli olabiliyor. Kim yapmış, nerede, ne zaman yapmış, nasıl bir bağlam içinde; hiçbir şeyin önemi yok. Bir tane resim üzerine destanlar yazılabiliyor.
Bunun çok ilginç bir örneği var, geçenlerde yaşadık. Kahramanmaraş'ta İl Özel İdaresi binası var. Nasıl olduysa arama motorlarına “dünyanın en çirkin binası” diye yazdığınızda o bina çıkıyor. Durum öyle garip bir hal aldı ki; iş sonunda Belediye Meclisi'nin bile gündemine gelmiş, ne yapalım bu binayı diye. Özetle mimarlık eleştirisi farklı kültürel ortamlarda farklı anlamlar ve işlevler kazanan bir olgu.
YŞ Zaman içinde bina yapma şekilleri, öncelikler ve mimarın rolü değişiyor. Mimarlığın toplumsal algısı da değişiyor. Bütün bu değişimlerle beraber mimari eleştiri geleneği de değişim gösteriyor.
CAG Bu söylediğiniz çok önemli. Epeydir süregelen bir tartışma var; Nevzat Sayın’ın programı ile başladı. Yine sizin derginin geçen ayki sayısında Ömer Selçuk Baz da yazdı. Zaman zaman bana neden daha az mimarlık eleştirisi yazıyorsun veya eskisi gibi yazmıyorsun, diye soruyorlar. Aslında ben yazmaya devam ediyorum ama algı ve öncelik büyük ölçüde değişti, sizin de altını çizdiğiniz gibi. İnsanlar popüler mecraların biraz daha etkisi altında; mimarlık eleştirisinin o biçimde ve dilde bir varlık göstermesini bekliyorlar. Son dönemde mimarlık eleştirisi alanında kendimce önemli bulduğum, yine bu bağlamın önemli isimlerinden Şengül Öymen Gür’ün kitabına vermeye çalıştığım katkıda çok önemli bir konuyu tartışmaya çalıştım. Bu sosyal medya ve mimarlık ilişkisi. Orada da kent-çevre-mimarlık ilişkilerinin geldiği noktayı üst ölçekten anlamaya çalışmış bahsettiğiniz dönüşüme yönelik 2-3 tane önemli önemli noktanın altını çizmiştim. Bunlardan bir tanesi “totolojik çoğunluk”, öbürü de “tipolojik özgünlük” kavramları. Baktığınız zaman bu sözcükler kolay bir araya gelmeyecek sözcükler ama bugün içinde yaşadığımız dönem, mimarlık ve kentleşmenin bu medyatik algılama hali bu kavramlar arasındaki farkı belirsizleştiriyor. Hep Zaha Hadid örneğini veriyorum; çok özgün projeler yapmış olmasına rağmen bir süre sonra kendini tekrar eden biçimler tipolojisi içine hapsolmaya başlamıştı. Halbuki tipoloji ile özgünlük birbirleri ile taban tabana zıt kavramlar. Yine aynı şekilde totoloji ve çoğunluk da birbirinin zıttı kavramlar. Bugün biçimsel olarak farklılık, çeşitlilik sunuyor gibi görünen, alternatif gibi sunulan örneklerin çoğu özü itibari ile radikal bir farklılık barındırmıyor. Benzer biçimde bugün karşı karşıya kaldığımız bir gündelik çağdaşlık durumu da var, modaya sırtını dayayan. Bunun sakıncası sadece yapay bir çağdaşlık gösterimi olması değil, aynı zamanda bunun dışında olan her şeyi de çağdaş değilmiş gibi sunması. Bütün bunlara baktığınız zaman burada mimarlık eleştirisi çatısı altında çok ciddi bir tartışma ortamı oluşuyor. Bu kadar çok kişinin aynı anda söz söylediği bir ortamda, sanıyorum biraz daha geriye çekilerek üstü ölçekte bütün bu ilişkiler sistemini anlamaya çalışmak daha önemli. Öbürü bildiğimiz gibi meşrulaştırma sürecine dönük birilerini, bir mimarı öne çıkarmak veya yermek. Değersiz değil, kesinlikle yapılabilir, yapılmalı. Zaten onu da yapıyorum; ara ara binalar üzerine çeşitli kişilerin çalışmaları üzerine yazılar yazıyorum. Tekil yapı eleştirisine odaklanmak, diğer eleştirel çabaları görmezden gelmek galiba sosyal medya kültürünün dayattığı bir şey. Sanırım bu durumla ilgili bir yazı yazacağım. Buradan benim tekil mimarlık örnekleri üzerine yazmaya önem vermediğim gibi bir anlam çıkmamalı. Sadece büyük resmi görmemezlikten gelmemeliyiz. Örneğin İstanbul'a bakıyorsunuz; durmak bilmeyen bir büyüme var, ölçek değişiyor, yapılar değişiyor, sorunlar üst üste yığılıyor. Bütün bunları unutup sokak arasındaki tek bir yapıya, hatta bir detaya odaklanmak elbette mümkün ama mimarlık ondan ibaret değil. Siz bunu rol model olarak gösterdiğiniz zaman bu sefer güncellik ve öne çıkan mimarlık kisvesi altında meşrulaşıp her yerde benzerleri yapılmaya başlıyor. Yer, yön, bağlam, içerik, program farkı gözetmeksizin birbirinin türevi yapılar yapılıyor. Bugün “rezidans” adı altında yapılan, cephesi süslü püslü yapıların aslında çok eleştirilen TOKİ bloklarından pek de farkı yok. Zihniyet olarak aynı şeyi yeniden üretiyoruz.
Bir tanesini çağdaş mimarlık diye yüceltirken, reklamlarla rol model olarak sunarken öbürünü de alabildiğine kötülüyorsunuz. Bunları bir iki bilindik mimarın yapısı üzerinden söylerseniz daha etkili olabiliyor elbette. Fakat bu sefer de kişisel sadece o yapıya özgü bir olgu
gibi algılanma riski taşıyor. Bugün içinde olduğumuz ortamda tekil yapılarla sınırlı olmayan, mimarlığı içine kapalı bir disiplin gibi görmek yerine diğer sorun öncelikleri ve alanların dönüştürücü etkisi altında algılayan kapsayıcı bir eleştiri daha da önem kazanıyor. Pandemi, örneğin bu açıdan yeni bir eleştirel mesafe kazanmamızı sağladı diye düşünüyorum.
YŞ Türkiye’de mimarlık eleştirisinin hep geriden seyrettiği konuşulur. Bu durum mimarlığın kendi özerkliğini tesis etmesindeki ve kurumsallaşmasındaki gecikmeyle açıklanabilir. Öte yandan bizim coğrafyamızda mimarlık zaman zaman da mimarın yok sayılabildiği birçok ekonomik ve kültürel dinamiği de içeren farklı süreçlerle biçimleniyor. Batılı bir mimarlık eleştiri geleneğini bu bağlam içinde ne kadar işler hale getirebiliriz? Biz kendi eleştiri geleneğimizi nasıl oluşturabiliriz?
CAG Aslında biz eleştirel kültüre geçirgen bir toplum değiliz. Biraz genel eğitim düzeyinden bahsediyorum; biraz ilgi alanı önceliklerimizden, biraz da kent ve mimarlık birikimimizin oluşturduğu yapıdan, gelenek, görenek ve alışkanlıklarımızdan. Bütün bunlara baktığınız zaman biz eleştiriyi “kötü bir şey” olarak görüyoruz; hayatımızın doğal bir parçası olarak görmek istemiyoruz.
Aslına bakarsanız bunun bir nedeni de başta söylediğim gibi eleştiriyi öncelikli olarak anlamaya yönelik bir çaba olarak görmek yerine bir şeye değer atfetmek olarak algılamak. Doğu ile Batı arasında böyle bir kültürel fark var. Biz bir yandan büyük bir kentleşme sorunu altında yaşıyor öte yandan büyük yapı yapmakla, hızlı yapmakla övünüyoruz. Nitelikten çok niceliğe odaklanıyoruz. Bundan Batı’nın da ideal bir model olduğu anlamı çıkmamalı. Bu örneği birçok konuşmamda veriyorum: Batı dünyaya biraz indirgemeci şekilde bakıyor. Mimarlık tarihi kitaplarını karıştırdığımızda 300-500 örnek üzerinden bütün mimarlığın tarihini okursunuz. Türkiye'den bir tane Sinan, Sedat Hakkı Eldem kazara girmişse vardır. Son dönemde birkaç tane genç isim, belki Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu falan. Onun dışında sadece Türkiye değil, belirli bir coğrafi sınırın doğusundaki örnekler neredeyse yoktur. Onlar ancak geleneksel, yerel mimari ile değer bulur. Batı kendi gücünü ve varlığını bütün coğrafyalarda hakim kılmak üzere işlevselleştirir. Baskın medya ortamı kendi coğrafyalarındaki mimarları öne çıkartıyor. Eleştirel olmayan kültürler bunları rol model olarak benimsiyor. Sonunda mimarlık büyük bir pazar ve eleştiri ortamı da bu pazarı yönlendirmeye yönelik olarak etkili oluyor.
Yıldız mimarlık sadece bir başarı öyküsü değil, aynı zamanda önemli işleri almak için bir araç haline geliyor.
Bütün bunların ötesinde bizim yazılı kültür geleneğimiz de biraz zayıf. Yılda basılan kitap sayısına, okunan kitap sayısına bakın. Başka sorunların baskın olduğu ortamlarda mimarlık, sanat, estetik gibi konular ister istemez ikinci planda kalıyor. Bu nedenle mimarlığın diğer sorunlarla ilişkisinin altını çizmek, kentleşmenin sadece bir planlama ve tasarım sorunu olmadığını vurgulamak çok önemli.
YŞ Akademik bağlarını sürdüren bir mimar olarak etrafınızda mimarlık eleştirisi yazarlığı konusunda kendilerini geliştirmek isteyen genç mimarlar görüyor musunuz?
CAG Mimarlık eleştirisine yoğun bir ilgi var. Doğrudan kendi öğrencilerimde, yakın çevremde gözlüyorum. Yapılan güncel tez araştırmalarının çoğunda yaygın bir mimarlık eleştirisi yer alıyor, çok başarılı, çok kapsayıcı tezler çalışmaları var. Doğrudan eleştiri yazısı sayısı da artıyor. Bana gönderilen, görüş soran çok sayıda deneme var. Hatta bazen yetişemiyorum ve mahcup oluyorum; anında yorum yapamıyorum ama okumaya çalışıyorum. Ama şunu görüyorum ki çevresel sorunlara yönelik müthiş bir duyarlılık var bir kere. Bu kişilerin en önemli sıkıntıları bu yazıların, araştırmaların yer alacağı ortamın kısıtlı kalması. Sınırlı sayıda yayın var.
YŞ Takip ettiğiniz mimarlık eleştiri yazarları hangileri?
CAG Ben doğrudan mimarlık okumalarının yansıra mimarlığı başka disiplinlerle birlikte anlamaya çalışan kişileri izlemeye çalıştım. Örneğin sosyolog olarak Jean Baudrillard, coğrafyacı olarak David Harvey’nin mimarlığı kullanarak başka alanlara, başka alanları da kullanarak mimarlığa bakma biçimleri ilgimi çekti. Kenneth Frampton, Tafuri öğrencilere önerdiğim mimarlık tarihçi ve eleştirmenlerinin başında gelir. Bazıları daha popüler bulsa da ama Charles Jencks’in bütüncül şemsiye altında mimarlığı anlama ve değerlendirme çabasını çok değerli bulurum. Reyner Banham ve Pawley’nin mimarlık alanındaki dönüşümleri teknoloji ile ilişkilendirme biçimleri mimarlık eleştirisi için model oluşturacak kaynaklardır. Türkiye’de de bu konuda hem akademi hem mimarlık alanında çok sayıda kişi var. Uğur Tanyeli, İhsan Bilgin, Şengül Öymen Gür, Süha Özkan, Aykut Köksal, Ahmet Turan Köksal yazıyor. Yeni isimler var, şimdi haksızlık ederek bazılarını atlamak istemiyorum. Bu alanda çok sayıda katkı koyan ve yazan insan var. Nevzat Sayın akademisyen olmamasına rağmen arka arkaya kitaplar çıkarıyor mesela. Bir atölye çalışmasından tekil yapı ölçeğine varan yelpazede çok farklı tartışmaları ortaya koyuyor. En son coğrafya meselesini ortaya koydu, bence önemli bir katkıydı. Ayrıca mimarlık eleştirisinin okullara daha çok girmeye başladığını da gözlemliyorum. İlk
kez ODTÜ’de mimarlık eleştirisi ile ilgili ders açtığımdan beri herhalde 30 sene olmuştur. O zaman okullarda mimarlık eleştirisi derslerine pek rastlanmıyordu. Şimdi bakıyorum birçok okulda mimarlık eleştirisi dersleri var. Arkitera’da, çeşitli sitelerde eleştiri kolonları çıkıyor, sizin gayretiniz var, çok önemli bence. Arredamento, Serbest Mimarlar Derneği’nin dergisi var, Mimarlar Odası’nın dergisi eleştiriye yer açmaya başladı.
YŞ Son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı?
CAG Son olarak eleştirel mesafe kavramına değinmek isterim. Önünüze konan şeyi hemen olduğu gibi, sorgulamadan kabullenmek ve ona doğrudan tepki vermek yerine alternatif ve kapsayıcı bir pozisyondan bakmak önemli. Bu eleştirel mesafeyi kaybettiğimiz zaman sorunlara karşı duyarlılığımız da azalmaya başlıyor. Kurulmuş gerçeklik çağında çoğalarak artan bilgi kirliliği göz önüne alındığında önümüze çıkan eleştiri ve değerlendirmelere mesafe ile bakmak daha da önem kazanıyor. Şunu unutmamak gerekir: Mimarlık eleştirisi anlamaya ve bir anlama modeli oluşturmaya, bir şeyin dönüştürme ve etkileme gücünü çok boyutlu ve çok referanslı olarak keşfetmeye dairdir. Sadece mesleğin sınır ve öncelikleri içinde kalan bir eleştiri eleştirel mesafesini kaybetme riski taşır.
YŞ Çok teşekkürler değerli katkılarınız için.