Beykoz’daki Beytaş mucizesi
Beykoz’daki Beytaş mucizesi
Beykoz deyince aklıma nergis ve taze fındık gelirdi. Çünkü beş yaşımın aşkı, dedesinin Beykoz’daki çiftliğine her gidişinde bahçedeki nergisleri ve ufacık boyuna aldırmadan topladığı fındıkları bana taşırdı. Nergislerin o baygın kokusu ve süt gibi fındıklar Beykoz’du benim için. Kendi başıma gidip içecek yaşa geldiğimde bir de paça çorbası eklendi Beykoz’a.
O gün uzaklara gidelim istemiştik. “Beykoz" dedim arkadaşıma, “çorba içeriz"... O çorbadan nefret eder, yine de kırmadı beni. Gide gide vardık Beykoz’a. Belediye Binası’nı geçtikten sonra solda sahilde ahşaptan bir cam köşk çarptı gözümüze. Tabelaya baktık: “Beytaş Belediye Tesisi". Denizdi, havaydı istediğimiz ya, çorba bahanesiydi, girdik Beytaş’a. Belediyenin yeri diye bir döküklük bir özensizlik bekliyoruz, hazırız buna. Ama yok. Pırıl pırıl beyaz örtülü masalarda oturmuş, “trendölerin peşinden koşmadıkları belli olan keyifli insanlara, bir örnek giyinmiş tertemiz garsonlar koşuşturmadan ama hızla servis yapıyorlardı. Bahçe öyle güzel yeşillendirilmiş ve çiçeklendirilmiş ki saray bahçeleri gibi özenli ve emek verildiği belli ama evimizin bahçesi kadar da rahattı. Çiçekler rengârekti, nergisi aradı gözlerim, yoktu, belki de mevsimi değildi, bilmiyorum... Masalar iki sıra halinde dizilmiş. . Sandalyelerin bir kısmı ahşap, diğeri “papatyaöydı. Olsun, rahatsız etmiyordu...
Şansımıza denizin kıyısında masa bulduk. Manzara uçsuz bucaksız, İstanbul şıkır şıkır karşımızda. Deniz hareketli, üstünde çeşit çeşit yelkenliler, balıkçı tekneleri, kayıklar... Bir tablonun içinde gibi hissediyoruz kendimizi. Bir yerlerden kemanla akordeonun harika uyumu çarpıyor kulağımıza. Meğerse burada haftasonları müzik varmış. Ama biz Beykoz’dayız ve iki genç müzisyenin çaldığı Türk tangolarının, çigan müziğinin melodilerinden sıyrılıp, Tülûn Korman’dan dinleme şansını bulduğum, Tamburi Mustafa Çavuş’un Şehnaz Buselik şarkısı “Küçüksu’da Gördüm Seni" nağmeleri düşüyor aklıma ister istemez...
Her şey büyülüydü ama açlık keyif dinlemiyor. Siparişlerimizi verdik. Daha yemeden kütür kütür olduğu belli karışık salatamız kayık tabakta geldi. Sos filan yok, bildiğimiz zeytinyağı, limon. Ama ne güzeldi bilseniz... Buradaki bütün lezzetler böyleydi zaten, bildiğimiz gibi, yabancı mutfaklarla bu kadar içli dışlı olmadan önceki gibi yani. Ekmekler baktığınızda karşısını görecek kadar ince dilimli değildi mesela, basbayağı doyurucu bir koca dilim ekmekti işte. Tam da salatanın suyuna bir güzel bandırmalıktı.
Paçanga böreği istedik sonra. Nar gibi kızarmış, hiç yağ çekmemişti. İçinde pastırmanın dışında kaşar peyniri ile yeşil biber vardı ve büyüktü. Büyüklüğüne aldanmayın, hap gibi bitiverdi, öyle lezzetliydi ki... Diğer yiyeceklerde gözümüz olmadığı bir zaman Paçanga böreği günü ilan edip tıka basa yenmeli bu börek. Bir de Aşçıbaşı Şinasi Ateş’in spesyali kalamar dolması. İçi karides ve bir sürü şeyle doldurulmuş harika bir dolma bu. Izgara et çeşitleri de var ama biz balık yedik. Çipura istedi arkadaşım, doğma büyüme Beykozlu olduğunu öğrendiğimiz Şef Yusuf Bağcı “Bu mevsimde sadece çiftlik var" diye uyardı arkadaşımı. O yine de vazgeçmedi çipurasından. “İçki var mı" diye, neden bilmiyorum, usulca sorduk. Varmış. Şaşırdık, keyiflendik! Beytaş’ın sunduğu keyifler bu kadar da değildi üstelik. Fiyatları öyle ama öyle ucuzdu ki, verdik kararımızı, burası bir mucizeydi!
Beytaş fiyatları
Çobansalata: 600 bin lira
Tatlılar: 700 bin lira
Paçanga böreği: 700 bin lira
Sigara böreği: 700 bin lira
Patlıcan salatası: 700 bin lira
Haydari: 700 bin lira
Soslu patlıcan: 700 bin lira
Piliç şiş: 1 milyon 600 bin lira
Köfte: 1 milyon 750 bin lira
Kuzu şiş: 2 milyon lira
Karışık ızgara: 3 milyon lira
Çipura: 4 milyon lira
Levrek: 4 milyon lira
Lüfer: 6 milyon lira
Duble rakı: 1 milyon lira
35’lik rakı: 3 milyon 500 bin lira
Şarap (Şişe): 5 milyon
Alkolsüz içecekler: 300 - 500 bin lira
Adres: Saip Molla Cad. Beykoz. Tel: (0216) 322 04 42