Liderlik ve 'kibir'
İş yaşamında bazıları vardır ki, belki daha iyi hazırlanmış olmalarına karşın liderlik rolünü oynayacak aşamaya bir türlü yükselemezler. Acaba neden?
ŞÜKRÜ ANDAÇ/ sukru.andac milliyet.com.tr- Liderlik, önderlik, kibirlenme, büyüklenme ve yöneticilik... Ayrı ayrı düşünüldüğünde bile her biri farklı yönlere çekilebilecek bu başlıklar, birlikte ele alındığında acaba dışarıdan nasıl görünüyor? (1) Disiplinli, yıldırıcı ve sert taktiklerle yukarı tırmanmak mı? (2) Yoksa akılcı ve sakin yöntemlerle zirveye ulaşmak mı? Kendinizi veya yöneticinizi bu iki sorudan biri ile tanımlayacak olsanız, nasıl değerlendirirdiniz? İş hayatınızda hangi rolü oynuyorsunuz veya size karşı yöneticilerinizin hangi rolü oynadığını düşünüyorsunuz? Bir dizi sorudan sonra; çağdaş psikolojinin üç büyük isminden biri olan, bireysel psikoloji ekolünün kurucusu Avusturyalı yazar Alfred Adler’in, “İnsanı Tanıma Sanatı” adlı eserindeki bir pasajla konumuza devam edelim...
Başrolde kimler var?
“Bazı insanlar vardır ki, daha önce sözü edilen tipin karşıtıdır, hep büyüklenir, başrolü oynamak isterler. Yaşam bitip tükenmeyen bir sorudur onlar için: ‘Nasıl herkesten üstün olabilirim?’ İnsan hayatında türlü başarısızlıkların eşlik ettiği bir roldür bu. Aşırı düşmanca bir saldırganlığı ve etkinliği içermiyor ise, belirli boyutları aşmamak koşuluyla bir dereceye kadar hoş görülebilir. Buyruk verecek birine gereksinim duyulan konumlarda, bir organizasyonun söz konusu olduğu durumlarda ‘ilgili kimseler’ karşımıza çıkar hep. Bu gibi yerlerde ve böylesi koşullarda kendiliklerinden öne geçer, halkın galeyan halinde bulunduğu çalkantılı dönemlerde boy gösterirler. Özellikle onların su yüzüne çıkması doğaldır; çünkü bunun için gereken jeste, tavra, tutkuya sahiptirler. Ayrıca, gereken hazırlığı yapmış, gereği gibi işin üzerinde düşünüp taşınmışlardır. Daha çocukluklarında evdekileri hep sağa sola koşturmuş, kendilerinin arabacı, kondüktör ya da general olarak boy gösteremedikleri hiçbir oyundan hoşlanmamışlardır. Aralarında çoğu zaman öylelerine rastlanır ki, kendilerinin başkalarına değil de, bir başkasının kendilerine emir vermesi durumunda hemen iş yapamaz olur, verilen bir buyruğa uygun davranmaları gerektiğinde telaş ve heyecana kapılırlar. Bazıları da vardır, belki daha iyi hazırlanmış olmalarına karşın önderlik rolünü oynayacak aşamaya bir türlü yükselemezler. Oysa birileri vardır ki, normal zamanlarda gerek meslek hayatlarında, gerek toplumsal yaşamda hep küçük bir grup bulup başa geçerler. Hep ön planda yer alır, hep ileri atılır, hep büyük laflar ederler. Toplumsal yaşamın kurallarına gölge düşürmedikleri sürece davranışlarına diyecek yoktur. Elbette böylelerinin günümüzde bile el üstünde tutulması doğru sayılamaz; çünkü uçurumun kenarında dikilen, durumları kuşkusuz pek de iç açıcı sayılamayacak, topluma pek de iyi uyum sağladıkları söylenemeyecek kişilerdir hepsi. Kendilerini alabildiğini zora koşar, bir türlü rahata kavuşamaz, genelde olsun, ayrıntılarda olsun her zaman üstünlüklerini kanıtlamak isterler.”
Yavaş yavaş, hızlı!
“Nasıl herkesten üstün olabilirim?” sorusuna yanıt aramanın yolu “çok çalışmak”, “fark yaratmak”, “merak etmek”, “hep ileriyi düşünmek”, “kapsayıcı ve kavrayıcı olmak”tan geçiyor diyorsanız; hep ileri atılmanıza hiç gerek yok; biraz sakin kalıp zamanı geldiğinde öne geçmek, bir gün lider olduğunuzda size çok daha iyi gözle bakılmasını sağlayabilir. Üstelik liderliği devrettikten sonra da size karşı bu sıcak, samimi ve olumlu bakışın değişmemesinin yolunu açabilir.