‘Hayat tekdüze aksaydı yöneticiye gerek kalmazdı’
Zorlu süreçleri hiçbir zaman olağanüstü dönemler olarak görmediğini, hayatın parçası kabul ettiğini belirten Selim Şiper, “Hayat monoton ve tekdüze bir şekilde akıyor olsaydı zaten yöneticilere gerek kalmazdı” diyor
Ebru Sungur
Petrol Ofisi CEO’su Selim Şiper için modern çağın bilgelerinden denilse yeridir. Günlük hayatta yaşananlara neden-sonuç penceresinden bakan Şiper, çıkarımlarını da herkesin faydalanabileceği şekilde ifade etmekte çok başarılı. Neredeyse üç cümlesinden biri özlü söz niteliğinde... “Hayat monoton olsaydı yöneticilere gerek kalmazdı”, “Paylaşılmayan bilgi, insanın zihninde sıkışıp kalmış bir datadır” bunlardan bazıları... Şiper, Milliyet Executive’in sorularını yanıtladı
40 yıla yaklaşan bir kariyer öykünüz var. Bu sürede gerek dünya ve ülke gerek görev yaptığınız şirketler farklı süreçlerden geçti. Sizin liderlik vasıflarınıza güçlendirici katkıyı yapan süreçleri anlatabilir misiniz? Bu zorlu süreçleri yönettikten sonra sizde kalan ‘öz’leri paylaşır mısınız?
Bu tür zorlu süreçler elbette oldu ama bunları hiçbir zaman olağanüstü dönemler olarak görmedim. Yaşanan şartlar hayatın kendisi, yani normal hayatımızın bir parçasıydı. Bugün bile pandeminin etkileri bitiyor derken, şimdi de Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle benzer bir kriz ortamı var. Hayat monoton ve tekdüze bir şekilde akıyor olsaydı zaten yöneticilere gerek kalmazdı. Çalışma hayatımda gördüğüm ve bana katkı sağlayan unsurlar var. Birincisi, durumdan vazife çıkarmak. Genellikle durumdan vazife çıkartıp, o durumun düzelmesi veya olumlu bir sonuca evrilmesi için elimden geleni yapmaya çalışırım. Bunu yapabilmek için de kendi alanınızla kısıtlı kalmayıp, büyük resmin bütün parçalarını görmeye çalışmanız gerekiyor. Yöneticilik öncesi kariyerimin büyük kısmında teknik, marketing ve satış alanlarında çalıştım. Bunları yaparken de bütüncül bakabilmek için finans, insan kaynakları ya da IT sistemleri hakkında da bilgilenmeye çalıştım. Bir başka konu da biz Türkiye’de, daha stabil pazarlarda çalışanlara oranla hayatın farklı yüzlerini daha fazla gördük. Sıkıntılı dönemler ve beklenmedik olayların başımıza daha çok gelmesinden dolayı batılı meslektaşlarımıza göre çok daha fazla tecrübelendik. Ayrıca bu coğrafyanın insanları olarak doğuya en yakın batı, batıya en yakın doğu insanlarıyız. Bu durum, dünyanın her tarafındaki insanlarla bir empati bağı kurmanıza sebebiyet veriyor. Hayatın birçok yüzünü görmüş ve bunları kendimizde birleştirmeyi becerebilmiş insanlarız. O yüzden de bütün bu süreçlerin çok faydasını gördüm.
‘Bilgiyi paylaşırım’
Yaşadıklarınızı determinist bakış açısıyla aktardığınızı, hatta pek çok kişinin pek çok farklı alanda yararlanabileceği çıkarımlarla ifade ettiğinizi görüyoruz. Birikimlerinizi, güçlü ifade yeteneğinizi gençler yararına kullanıyor musunuz?
Bilgi, paylaşıldığı müddetçe değerli olur. Paylaşılmayan bilgi, bilgi değil sadece insanın zihninde sıkışıp kalmış bir datadır. Bu data ancak başka insanlarla paylaşıldıkça bilgi haline dönüşüyor. Tecrübe de aynen böyle bir şey. Tecrübe ile bilgi el ele giden konular. Tecrübelendikçe bilginiz artıyor. İçgüdüsel olarak benim, düşündüğünü ve bildiğini paylaşan bir yaradılışım var. Bunu sadece gençler için de demiyorum, çünkü öğrenmenin yaşı yok. Yıllar içerisinde şunu gördüm, bilgilenmek veya tecrübelerden faydalanmak istemeyen insanlar da var. O nedenle artık paylaşımlarımdan pozitif olarak etkilenebilecek veya bunları algılayabilecek insanlara daha fazla açıyorum kendimi. Hem kurum içi hem kurum dışı gerçekleştirdiğimiz mentorlük projeleri elbette var. Ancak ben mentorlük kavramını proje olarak görmüyorum, kişiliğimin bir parçası. İnsanlara devamlı geri bildirim vermek önemli. Kurumsal hayatta genelde yıllık yapılan değerlendirme seansları olur. Ben hiç senede bir günü beklemem.
3 adımda yöneticiden lidere
Genç yöneticilerin ‘mutlaka yapması gereken 3 hata’ nedir? Bir başka deyişle kitaptan, öğretmenden öğrenilemeyen, sadece yaşayarak deneyimlenmesi gereken, yöneticiden lidere geçişte aşılması gereken 3 basamak nedir?
Bir şeyler öğrenmek için illa hata yapmanız gerekmiyor. Birtakım şeyleri sezinlemek, doğru veya yanlış olduğunu keşfedebilmek için onların sizin başınıza gelmesi gerekmez. Analitik düşüncenizle ve gözlemlerinizle doğruyu yanlışı ayırt ederek, kendinize has bir stil geliştirmeniz gerekiyor. Başka bir insanın düşüşünü gördüğünüzde, ‘canı yandı, ben de düşersem canım yanabilir’ şeklinde öğrenmeniz lazım. Sizin başınıza gelmeden de birtakım şeylerin doğrusunu yanlışını, iyisini kötüsünü algılayabilirsiniz. Yani, başkalarının tecrübelerinden ders çıkaracaksınız ve onların üstüne kendinizi inşa etmeye çalışacaksınız. Hata iyi niyetli bir şekilde yapılabilir ama isteyerek yapılmamalı. Buradaki en önemli şey hata yapmamak değil, hata yapıldıysa bunun tekrar edilmemesidir. Her hatanızdan ve en az onun kadar da her başarınızdan ders almayı bilmelisiniz. İnsanlar hep kötü tecrübelerinizden ders alın der. Bence, bir o kadar da başarılı olduğunuz şeylerden ders almalısınız. Yöneticilikten liderliğe geçişte ilk basamak, zayıf yönleriniz ve en az onlar kadar önemli olan kuvvetli taraflarınızın bilincine varmaktır. Sizi, dünyadaki bütün diğer insanlardan ayrıştıran özelliklerinizi bulun ve onları daha da ileriye götürün. İkincisi, öğrenmekten ve deneyimlemekten asla korkmayın. Devamlı öğrenmeye, en azından gördüklerinizi veya gözlemlerinizi yorumlamaya, analiz etmeye her zaman açık olun. Üçüncüsü ise liderlik esasında dolaylı bir işlevdir. Siz yapmazsınız başkaları yapar. İşte bu noktada nerede duracağınızı çok iyi bilmeniz lazım. Her yönetici lider olamaz ama her lider muhakkak iyi bir yönetici olmalıdır. Yönetici ile lider arasında fark var. Lider olduğunuzda, sizin enerjiniz muhatap olduğunuz insanlara da geçebilmeli. Hatta liderliğin çok güzel bir tanımı var: Bir liderin odasına girip çıktığınız zaman, giriş zamanınızdaki ruh halinizle çıktığınız zamanki ruh haliniz arasında pozitif bir fark olmalıdır. Yapmakla yükümlü olduğunuz işi daha iyi yapmanızı sağlayabilme noktasında size yapabilirim duygusu vermelidir.
‘Afrika’da insanlığı anladım’
Farklı hobileriniz olduğunu biliyoruz. Afrika ve vahşi doğa fotoğrafçılığı bunlardan biri ki, fotoğraflarınıza hobi demek haksızlık olur. Kariyer tercihinizi iş dünyasından değil de sanattan yana kullanmadığınız için pişman olduğunuz oldu mu? İş hayatı ve sanat boyutundaki hobileriniz birbirini nasıl destekledi?
asıl destekledi? İnce düşünceniz için teşekkür ederim ama aksine hobi demek daha doğru. Aksi bir tanım sanatçılara haksızlık olur. Kariyer tercihimle ilgili pişman olmadım çünkü ben, aklına koyduğu ve düşündüğü eğitimi almış, sonra da düşündüğü şekilde iş hayatına girmiş bir insanım. Mühendislik okudum ama pazarlamacıydım. Marketing denince ister istemez, işin biraz da estetik boyutuna müdahil olmanız gerekiyor. Sadece iş ve işle ilgili şeyleri düşünen, konuşan insanlar sonunda kişilik monotonluğuna giriyor ve hayattaki diğer konulardan habersiz kalabiliyor. Oysa hayat dediğiniz çok yönlü bir süreç. Tabii ki iş hayatında belirli bir maddi beklentiniz oluyor, çalışmakla psikolojik bazı tatminler elde diyorsunuz ama eninde sonunda bir insanın hayatı sadece iş hayatı olmamalı. Sizi mutlu eden keyif noktalarını iş dışında da yakalamanız lazım. İş hayatında zaman zaman birkaç adım geri çekilerek tazelenmek, daha yaratıcı, daha olumlu fikirlerle tekrardan sahaya dönmemi mümkün kılıyor. Bu tür işlerle uğraşmamın bana böyle bir katkısı oluyor. Afrika’ya merakım ise çocukluğumdan beri var. Birden fazla kez gittim. Bu merakımın bana en önemli katkısı, insanlığı daha fazla anlayabilmem oldu. Afrika dediğiniz zaman çok fazla düşünmüyorsunuz. Onlar tekil insanlar ve dünyanın neresinde olursanız olun size bir şeyler katabilen veya bilgi veren, tecrübenizi zenginleştiren insanlar. Sonuç olarak, hepimiz bir yudum su, iki lokma yiyeceğe muhtacız. Bunu fark ettiğiniz zaman bütün insanlara karşı yaklaşımınız değişiyor. Bu, insanı daha fazla empatiye doğru götürüyor, duygusal zekânızı perçinliyor.
‘Birbirimizin halinden anlayalım’
Akaryakıt sektörü hiçbir zaman kolay bir sektör olmadı. Ancak önce pandemi, ardından Rusya-Ukrayna savaşı, akaryakıta, diğer sektörlere göre daha zorlu bir süreç getirdi. Sizin liderliğinizdeki şirketiniz, bu süreci nasıl geçiriyor?
Zorluklarla yaşamayı öğrenmek lazım. Rusya-Ukrayna Savaşı, sonuçları veya etkileri itibarıyla bizim için ilk değil. Son 40 yıla baktığımda, ülkemiz kaynaklı ya da yine dış dünya kaynaklı, neredeyse her yıl ya da birkaç yılda bir böyle bir girdaba girmişizdir. Bu da bizde böyle durumlarda ne yapılabileceğine dair bir içgüdü oluşturuyor. Türkiye ve Türk iş hayatı böyle belirsizliklere biraz daha alışık olduğu için, Batı ülkelerinden çok daha rahat pandeminin üstesinden geldi. İş hayatında monotonluk yaşamadığımız için daha ne yapabiliriz diye düşünürüz. Öyle olunca da zaten durduğunuz yerde durmaz bir tabiatınız oluşmaya başlıyor. ‘Hep eldeki imkânlarla daha ne yapabilirim, bundan da acaba bir fırsat çıkabilir mi?’ diyorsunuz. İşte o yüzden başka hiçbir ülkede pek örneğini göremediğimiz cinsten en müsait olmayan şartlarda en güzel destanlar yazılabiliyor. Bununla birlikte her şeyden önce bugünlerin daha kolay atlatabilmesi için sektöre huzur lazım. Bütün sektör paydaşlarının daha fazla paniğe kapılmadan ve daha radikal birtakım çözümlere yönelmeden birbirinin halinden anlaması gerekiyor. Kimsenin suçu yok. Herkesin bu bilinçle birbirine yaklaşması lazım. Durum bu, ama bu da geçecek. Petrol fiyatları 6 ayda değilse bile bir yıl içinde inişe geçebilir. Önemli olan kanun koyucunun, regülatörün, dağıtım şirketlerinin, bayilerin ve sonuç olarak da tüketicilerin artık birbirini fazla hırpalamadan bu süreci atlatmaları. Herkesin sakin olması gereken bir zamandan geçiyoruz. Mucizevi bir tedbir yok, her türlü tedbir alınmış zaten.
‘Entegre marj enflasyon oranında artmalı’
Ülkenin akaryakıt sektörü özelinde bu süreci kolay atlatabilmesi için çözüm önerileriniz var mı?
Sektör olarak zor zamanlar yaşıyoruz. Özellikle ürün fiyatının artması ve dolar kurunun yükselmesi sebebiyle her şeyden önce işletme sermayeleri çok arttı. Bu işletme sermayelerinin finansmanı da zorluk yaratmaya başladı. Ayrıca ülkemizde bayi ile dağıtım şirketinin arasında paylaştığı entegre marj diye tabir ettiğimiz bir marj var. Türkiye’de akaryakıt fiyatlandırılması kanunen formülle belirlenmiş bir sistem. Bu da o günkü ürün fiyatı çarpı o günkü döviz kuru ve bunun 5 günlük kayar ortalamasının son fiyat değişikliğine artı eksi yüzde 3 etki edip etmediğidir. Bu, rafineri satış fiyatını gösterir ve ürünün maliyetidir. Bir de bunun üzerine pompada alırken, bayi maliyeti, dağıtım şirketinin maliyetleri ve nakliye bedelini koymanız gerekiyor. Entegre marj dediğimiz, bütün bunları kapsayan pay. Ürün fiyatında ve dolar kurunda bir şey yapamıyorsunuz. Biriki kuruş aşağı yukarı oynanabilecek tek yer entegre marj kısmı. Eskiden entegre marj, tüketici fiyatının yüzde 12-15 nispetindeydi. O zaman ÖTV artı KDV zaten pompa fiyatının yüzde 60’ı gibiydi. Düşünün, yüzde 60’ı vergiler, yüzde 10-15’i entegre marj ve geri kalan da ürün maliyeti. Geldiğimiz noktada entegre marjın da en azından enflasyonla artması lazım. Çünkü, maliyetlerde enflasyonla artış var. Örneğin, aralık ayında ortalama bir istasyon 12-15 bin TL elektrik faturası ödüyordu. Şu anda 40-50 bin TL’ye çıkmış durumda. Aynı şekilde çalışanların -bin defa helal olsun- ücretleri var. Bu nedenle de entegre marjın en az enflasyonla artması gerektiğini söylüyoruz. Yüzde 10-15 arasında olan entegre marjımızda bir miktar enflasyonla artış olmasına rağmen toplam fiyat içindeki payı bugün yüzde 5-6 arasına gerilemiş durumda. Bu da sektörü zorluyor.