SKORER
PEMBENAR
CADDE
YAZARLAR

Elektrikli araçlar rüzgâr gibi geldi

Pandemi döneminde Türkiye’de Volvo’nun başına geçen Magnus Boman, Türkiye’nin elektrikli araç dönüşümü yolculuğunun parçası olmak istiyor

|

Levent Köprülü

Volvo Car Turkey’in başına tam da pandemi döneminde geçen Genel Müdür Magnus Boman’ın Volvo ile yolculuğu 30 yıla yaklaşmış. Aslen bilişimci olan yani otomotive sonradan dahil olan Boman’ı bu yola, Asya kültürüne ve yeniliklere olan tutkusu sokmuş. Son olarak 7 yıl Volvo Car Danimarka Genel Müdürü olarak çalışan Boman, “Otomobillere meraklıyım ancak tutkun değilim” diyor. Türkiye’de elektrikli otomobillerin yaygınlaşması konusunda öncülerden biri olmak istediğini belirten Boman, “Belki eşim istemez ama ben, Kapadokya’da balon turu yapmadan buradan ayrılmak istemiyorum” demekten de kendisini alamıyor. Profesyonel olarak da “Türkiye’nin elektrikli araç dönüşüm yolculuğunun bir parçası olmak istediğini” söylüyor... Boman ile, elektrikli araçlardan Türkiye pazarının dinamiklerine, ülkemizde yapmak istediklerine kadar farklı konularda sohbet ettik...

Türkiye’ye tam da Kovid-19 pandemisi sırasında geldiniz. Araç tedariki gibi birçok sıkıntı yaşandı. Otomotivdeki bu durumun ne kadar süreceğini düşünüyorsunuz?

Bu krizlerin ne kadar daha süreceğini maalesef kimse gerçek anlamda kestiremiyor. Endüstrinin içinden insanlar, ‘2022’de bu iş biter ve ortam daha iyi hale gelir’ gibi mesajlar veriyordu. Ancak gelinen noktada, çip krizinin yanında hammadde ve lojistik konularında çeşitli sorunlar sürüyor. Çin’de yeniden Kovid-19 önlemleri başladı. Otomotivcilerin bu ülkeden yaptıkları tedarikler var. Her ne kadar Alman üreticiler gibi Ukrayna’dan parça tedariki yapmıyor olsak da, Çin’de başlayan yeniden kapanma, operasyonlarımızı ciddi şekilde etkiliyor. Kedi-fare durumuna benzer bir tedarik trafiği yaşamaya başladık kuşkusuz. Sürekli olarak takipteyiz. Her gün mutlaka bir gelişme oluyor bu anlamda. Bir üretim tesisini kapatma kararı almak kolay değil. Ancak parça stokları nedeniyle birkaç vardiyayı iptal etmek zorunda kalabiliyoruz... Evet tüm bunlar yarın geçip gidecek ama o zaman, hangi zaman tam bilemiyoruz..

Bu durum, Türkiye’deki satışlarınızı etkiliyordur mutlaka...

Volvo açısından baktığımızda, şu an için satışlarımızda bir problem yok. Zira yollarda ne kadar çok görünürseniz, sizin markanızı satın almayı isteyen insanların sayısı da o denli artacaktır. Yani marka kendisini satıyor zaten. Bizim problemimiz, arz ile ilgili. Yani araç bulunabilirliği sorunu. Geçen yıl da aynı şeyi yaşamıştık. 2020’de ciddi artışlar yaşamıştık zira satışlarda. Dediğim gibi, pek çok kişi aracını değiştirmeyi istiyor. Ancak yeterli araç arzı olamadığı için, bunu başaramıyor. Bu bilindiği için de showroom’lara daha fazla akın olmaya başlıyor. Şayet araç akışı düzgün olsa, belki bu kadar yoğun bir bayi trafiği yaşanmayabilir...

‘Hastası değilim ama meraklıyım!’

Otomobil tutkunu musunuz?

“Otomobil tutkunu değilim ama otomobillere meraklıyım ve seviyorum. Zira işim gereği de meraklı olmam kaçınılmaz, çünkü markamı en iyi şekilde anlatabilmeliyim. Biz güvenlik öncelikli bir markayız. Sonuçta tüm markalar güvenlik donanımları sunuyor, bugün başa güreşen markaların tamamı da benzer donanımlar kullanıyor. Aynı sınıftaki modeller arasında fark azaldı. O yüzden bizim markamızın anlattığı bir hikâye ve farklılık olmalı...”

‘Showroom trafiği artıyor’

Döviz kurları başta olmak üzere pek çok ekonomik göstergede farklılıklar göze çarpıyor. Fiyatlar artabiliyor. Bu sizin müşterinizi nasıl etkiliyor?

Döviz piyasalarında yaşanan ciddi hareketlilikler, inişli-çıkışlı durum, showroom trafiğimizin de arttığı zamanlar oluyor. Çünkü insanlar bu gibi durumlarda kendilerini garantiye almak, güvende hissetmek için daha fazla sabit varlıklara yöneliyor. Aynı zamanda araç fiyatlarının da sabit kalmayacağını, istediği otomobilin sonraki zamanlarda daha pahalılaşacağını biliyorlar. Elbette ki Türkiye’nin uzun dönemli çıkarları açısından enflasyonun ve faizlerin düşmesini isteriz. Kısa dönemli bakarsak, bu piyasalardaki dalgalanmaların premium sınıftaki araçlar açısından olumlu etki yaptığını söyleyebilirim. Ancak uzun dönemli bakarsak, biz ulaşım çözümleri sunuyoruz. Elbette Türkiye’nin gelişmiş bir ülke olmasını isteriz ki, bunun da düşük enflasyon ve faizlerle ilgisi var kuşkusuz.

Sanırım sözünü ettiğiniz durum, biraz da Türkiye pazarının farklı dinamiklerinden kaynaklanıyor...

Evet, Türkiye pazarının kendine has özellikleri, dinamikleri var. Daha önce çalışmış olduğum Danimarka da yüksek vergilerin olduğu bir ülkeydi. Çoğu Avrupa ülkesinde ise teknik özelliklere göre vergiler belirleniyor. Bu kez aracınızın ne kadar pahalı olduğuna değil de ağırlığı, karbondioksit salımı gibi unsurlara bağlı oluyor ödenen vergiler. Burada ise farklı bir sistem söz konusu ve yüksek elbette. Ancak gördüğüm şey şu ki, tüketiciler, özellikle de bizim müşterilerimiz, yüksek fiyatlara ve kredi faizlerine rağmen araç almayı sürdürüyor. Avrupa’ya baktığınızda kiralama ya da üyelik gibi seçenekler daha popüler olmaya başladı mesela. Ancak Türkiye’de tüketiciler, otomobili yatırım olarak görüyor ve satın almayı tercih ediyor. Çünkü biliyor ki, aldığı araç değerini koruduğu gibi, bunun üzerini de getirecek. Bu, Türkiye pazarının eşsiz yanlarından biri. Tabii ki enflasyonla da bağlantılı. Şayet enflasyon daha makul seviyelere düşerse, tabii ki bu durum da değişebilir.

‘TOGG bizin için öncü’

Markanız elektrikli araç dönüşümü konusunda hayli ciddi yol alıyor. Türkiye’de elektrikli otomobillerin yaygınlaşması konusunu nasıl görüyorsunuz?

Volvo olarak şu an SUV modellerimizle ciddi başarı yakalamış durumdayız. İlerleyen yıllarda daha fazla elektrikli modelimiz geldikçe, bunu sürdüreceğimizi düşünüyoruz. Ancak elektrikli araçlar konusu, bizim sürekli kendi içimizde de tartıştığımız bir şey. Avrupa’ya kıyasla elektrikli araçlar Türkiye’de nasıl kabul görecek, nasıl yaygınlaşacak diye... Bence bunun iki önemli unsuru var. İlki, elbette şarj altyapısı. Şayet yeterli şarj altyapısı yoksa, o zaman birinci değil, üçüncü vagonda seyahat etmek zorunda kalırsın. Yani bu trene geriden binersin... İkinci unsur ise, Türkiye’de satılan Avrupa markalarının büyük bölümü elektrikli araç dönüşümü gerçekleştiriyor. Yani içten yanmalı motor yatırımlarını azaltıyor. Şayet elektrikli araçlar Türkiye pazarında yeterince gelişmezse, o zaman bu pazar için özel motor bulmak zorlaşacak. Evet, Çin gibi pazarlara özel motor geliştirmek sorun değil çünkü satış adetleri fazla. Ancak Türkiye gibi pazarlar için satış adetleri yeterli olmayacak. En az bir milyon adetlik satış olabilmeli. Dolayısıyla Türkiye de, Avrupa gibi daha çok elektriklilere yönelmek durumunda kalacak diye düşünüyorum.

TOGG projesi hakkında düşünceniz nedir? Sizce sıkı bir rakip mi?

TOGG projesini oldukça değerli buluyorum. Çünkü TOGG, altyapının yaygınlaştırılması açısından bir öncü, itici güç olacak diye düşünüyorum. Bu da bize yardımcı olacaktır. Biz onu sadece rakip olarak görmüyoruz. Ne kadar çok satarsa, bizim açımızdan da o kadar iyi olacaktır. Rekabet açısından baktığımızda ise, halen Avrupalı bir marka kullanmak isteyen tüketiciler illaki çıkacaktır. Ayrıca pek çok müşterimizin en az iki aracı var. Dolayısıyla bunlardan biri TOGG olabilir pek tabii.”

Siz şarj edilebilir hibrit araç kullanıyorsunuz. Hibrit araçlar, elektrikliye geçiş için bir ara çözüm görülüyordu. Sizce elektrikli araçlara alışmak kolay mı?

Elektrikli araç kullanmak farklı bir konu. Ben dışarıdan şarj edilebilir hibrit kullanıyorum. Günde 80 km civarında yol yapıyorum. İşyerime geldiğimde şarj ediyorum aracımı. Bu da benim işimi görüyor. Ayrıca, bu tip araçların, özellikle de tam elektrikli olarak kullandığınız zamanlarda, davranışlarınız değişebiliyor. Zira gaza basmak yerine, elektrikli olarak gidebileceğiniz mesafeyi artırmak ve birkaç kilometre daha eklemek için daha dikkatli kullanmaya başlıyorsunuz... Bu da bir tür spor haline geliyor... Ama şöyle bir şey de var; şayet tamamen elektrikli aracıyla İstanbul’dan çıkıp iki saatte İzmir’e varmayı hayal eden varsa, şu an için tek şarjla ve bu performansla söz konusu hayali gerçekleştirebilecek bir elektrikli henüz yok! Ayrıca birkaç istisna dışında, tüm elektrikli modellerin hız sınırlaması var zaten.

Peki Polestar markasının Türkiye’ye gelme olasılığı var mı?

Biliyorsunuz hissemiz olmakla birlikte, Polestar bağımsız bir marka. Dolayısıyla bu markanın gelişi, bizim vereceğimiz bir karar değil. Ama şunu söyleyebilirim ki, Polestar 2025’ten sonra yılda 250 bin-300 bin araç satmayı hedefliyor. Sadece 10 ülkede satarak bu sayıya ulaşmak mümkün değil. Elbette genişleyecekler. Ve Türkiye de bu genişleme pazarlarından biri olacaktır.

‘Mutlaka balon turu yapmalıyım!’

Kişisel ve profesyonel olarak, ‘Türkiye’de şunu yapmadan ayrılmak istemem!’ dediğiniz şeyler neler?

Bana bu iş teklif edildiğinde, İstanbul’u sadece havaalanından tanıyordum, transit uçuşlar için indiğim zamanlardan. Ancak İstanbul benim ‘gidilmesi gereken yerler’ listemin başlarındaydı hep. Elbette Türkiye’de yapmak istediklerim var, mesela kayak yapmak gibi, Kapadokya’da balon turu gibi... Eşim bana katılmayacaktır muhtemelen ama hayatımda hiç balon turu yapmadım ve bunu yapacağım. Profesyonel olarak da, Türkiye’nin elektrikli araç yolculuğunun bir parça olmayı istiyorum. Türkiye’nin bu geçiş sürecini yaşamak heyecanlı olacak. Bu yolculuğun da, düşündüğümüzden daha hızlı olacağını düşünüyoruz. Özellikle de lüks markalar açısından... Çünkü lüks araç kullanıcılarının yüksek teknolojili araç satın almak gibi bir davranışı var. İkincisi, elbette bunun bedelini ödeyebilecek durumdalar. Üçüncüsü, premium araç tüketicileri, böyle bir değişimin kaçınılmaz olacağını şimdiden görebiliyor... Bu yüzden de premium sınıftaki elektriklilerin satışında hızlı artışlar olduğunu gözlemliyoruz..

Türkiye ile ilgili gözlemleriniz neler şimdiye kadar?

İstanbul’da trafik konusuna bir türlü alışamadığımı söyleyebilirim. Zira çok yakın bir zamanda başımdan bir olay geçti zaten... Evet, Tokyo’da da trafik gerçekten çok yoğun ama orada insanlar daha kibar davranıyorlar trafikte. Avrupa’dan gelmiş biri olarak Türkiye’de benzer trafik kurallarının geçerli olduğunu bilmek rahatlatıyor başta ama uygulamada işler tamamen farklılaşıyor. Burada insanların büyük bölümü maalesef bazı kural dışı davranışları kabullenmiş, dolayısıyla da İspanya ya da İtalya’da olduğu gibi trafikte kaos yaşanıyor çoğu kez... Ancak trafiği bir kenara bırakırsak, insanlar genel olarak çok yardımsever. Öte yandan coğrafi olarak da Türkiye muhteşem gerçekten. Plajlarınız, kayak merkezleriniz, harika dağlarınız var. Şimdilik Fethiye, Çanakkale, Bozcaada ve Erzurum’a gidebildim özel olarak.

‘Gelmeye bir saat içinde karar verdik’

Bir Fransız danışmanlık şirketinde çalışırken Volvo Cars, onun müşterileri arasında yer almış. Ardından Volvo Cars’tan gelen teklifi değerlendirmiş. 30 yıla yakın süredir de Satış Planlama ve Dağıtım, Ürün Teklifi, Pazarlama ve Satış Yönetimi alanlarında görev yapmış. Boman, Volvo Cars’a girişini şöyle anlatıyor: “1994’te teklif geldi. Parça tedariki ve lojistik konularında uzmanlaştım. Asya-Pasifik ülkelerinin sorumluluğu bana verildi. 2001’den sonra da Volvo’nun bazı Asya ülkelerindeki distribütörlerinde de yöneticilik yaptım. Malezya’da 10 yıllık bir macera sonrası, eşimle durum değerlendirmesi yaptık. Çocuklar büyümeye başlamıştı ama İsveç’i tanımıyorlardı. İsveç’e döndük ve 2013’e kadar orada çalıştım. Ardından Danimarka’ya geçtim. 7 yıl geçirdim orada...” Danimarka’dan sonra ise Türkiye’deki görevin teklifi gelmiş kendisine. Çocuklar da artık büyüdükleri için, eşi hiç tereddüt etmeden bir saat içinde “Olur, gidelim!” deyivermiş...

© Copyright 2024

Türkiye'den ve Dünya’dan son dakika haberler, köşe yazıları, magazinden siyasete, spordan seyahate bütün konuların tek adresi milliyet.com.tr; Milliyet.com.tr haber içerikleri izin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez, kanuna aykırı ve izinsiz olarak kopyalanamaz, başka yerde yayınlanamaz.