Böylesini ancak usta senaryo yazarları hayal edebilirdi. Ama Perihan Savaş ve Yılmaz Zafer'in yarım kalmış aşkının öyküsü örneğine ancak Yeşilçam filmlerinin senaryolarında rastlanabilecek türdendi. Aslında her ikisi de birbirlerini neredeyse çocuk denecek yaştan itibaren tanıyorlardı. Ama aşkı ve mutluluğu birbirlerinde değil başkalarında aramışlardı. Savaş henüz 13 yaşındayken evlenmişti. Zafer de 1983 yılıhda Tiraje Sayılgan adlı bir tiyatro oyuncusuyla dünyaevine girmişti. Oysa Perihan Savaş ve Yılmaz Zafer birbirlerini ortaokul yıllarından beri tanıyorlardı. Savaş; tiyatro yaptığı için okulda herkesin tanıdığı popüler bir öğrenciydi. Herşey filmlerdeki gibi gelişiyordu. Zafer her gün sete çiçek götürüyordu aşık olduğu kadın için. Sonunda cesaretini toplayıp Savaş'a evlenme teklif etti. Çift 1987 yılında evlendi. Hem meslek hem de özel hayatları mutlu bir şekilde sürüyordu. Ta ki o beklenmedik olay gerçekleşene kadar. Yılmaz Zafer; 1994 yılında bir kalp krizi geçirdi. Henüz 38 yaşındaydı. Hayata geri döndü. Ama geçirdiği kriz yüzünden beyni zarar görmüştü. Savaş büyük aşkını kurtarmak için çok çabaladı, çok mücadele verdi. Ama başaramadı. Yılmaz Zafer 1995 yılında çok sevdiği eşini ve kendisini daha yakından tanıyamayacak olan oğlunu geride bırakıp hayata veda etti. Perihan Savaş Altın Kelebek Ödül törenine Yılmaz Zafer ile evliliğinden olan oğluyla katıldı. BİR SİLAH SESİ MUTLULUĞU BİTİRDİ Bir geceyarısı patlayan iki el silah sesi, gencecik bir adamı bu dünyadan kopardı. Daha ona doyamamış eşini ve küçük oğlunu da gözyaşları içinde bıraktı. İsmail Hakkı Sunat kariyer basamaklarını hızla tırmanan bir aktördü.Daha 38 yaşındaydı. Çok sevdiği eşi Deniz Uğur ve minik oğluyla mutlu bir hayatı vardı.Ta ki, gürültü ettiği için uyardığı komşusu silahını ateşleyene kadar. Gecenin karanlığını bölen o silah sesi Sunat ve eşi Uğur'un hiç bitmeyecekler sandığı aşklarını yarım bıraktı. TATİLDE GELEN KÖTÜ SÜRPRİZ Yeni yılın ilk aylarında gelen bir ölüm haberi tüm dünyayı kelimenin tam anlamıyla şoke etti. İngiliz sinema oyuncusu Natasha Richardson, yaşama veda etmişti. Hem de beklenmedik bir şekilde. Geride ise gözyaşlarını tutamayan onca yıllık evliliği rağmen hala ona aşık bir eş ve iki çocuk bırakmıştı. 45 yaşındaki Richardson, kaza sırasında Quebec`teki bir kayak merkezinde, yeni başlayanlar için hazırlanmış bir parkurda hocası ile birlikte kayıyordu. Usta olmadığı için de düştü ve başını çarptı. Düşüşten sonra ilk anda hiçbir belirti göstermeyen Richardson`ın, bir saat kadar sonra kendini kötü hissederek hastaneye kaldırıldı.Bu da onun ve ailesi için sonun başlangıcı oldu. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı Richardson. 1994 yılında evlenmişti Richardson ile aktör Liam Neeson... Onca yıla rağmen hala birbirlerine aşıktı ikisi de.. Muhtemelen birbirleri olmadan bir hayat da düşünemiyorlardı. Ama akıllarından bile geçmeyen oldu ve sonsuza kadar birbirlerinden ayrıldılar. BÜYÜK AŞKINI TERÖRE KURBAN VERDİ Türkiye'de sanat dünyasının gördüğü en hüzünlü aşk öykülerinden birinin kahramanı Göksel Kortay ve Kerem Yılmazer. 1979 yılında evlenen ve hem sanat hem de hayat aşkını paylaşan çifti 2003 yılında İstanbul'da patlayan bir bomba ayırdı. Bir TV kanalında seslendirme yapan ve daha sonra ayrılarn Yılmazer tam da oradan geçerken Levent'teki HSBC'ye bombalı araçla saldırı yapıldı. Yılmazer de terör kurbanları arasındaydı. Olayın ardından Göksel Kortay uzun süre kendine gelemedi. Ona olan özlemini Benim ona özlemim ve acım hiç bitmeyecek. Biz onunla etle tırnak gibiydik. Benim yuvam yıkılmadı, hayatımın duvarı yıkıldı` sözleriyle dile getirdi. Kortay, hayatının aşkını yitirdikten sonra onsuz yaşamaya çalışmanın zorluğunu şu cümlelerle dile getirmişti: Gülmek istemiyorum, konuşmak istemiyorum. Halbuki ben hayatla barışık, şen şakrak bir kadındım. Şimdi huysuz, asık suratlı, sürekli gözyaşı döken biri oldum. Kerem`in o gülen gözlerini, güzel ses tonunu, kibarlığını, efendiliğini, dostluğunu ve bana olan sevgisini hasretle yüreğimde yaşatacağım. Ama bunu nasıl yapacağım bilemiyorum doğrusu. Çok canım yanıyor. Keşke o değil de ben ölseydim de, bu acıyı yaşamasaydım NE GÜZEL ŞEY HATIRLAMAK SENİ Tarihe mal olmuş aşklardan söz edip de Nazım Hikmet'in adını anmamak olur mu. Nazım Hikmet'in en güzel aşk şiirlerini yazdığı, en uzun süre evli kaldığı kadın Piraye. Nazım ile Piraye genç kadın eşinden henüz boşandığı sırada tanıştılar. Sanat eleştirmeni Vedat Örfi ile 16 yaşındayken evlenen Piraye'nin iki çocuğu vardı. Bunlardan biri eleştirmen Memet Fuat Bengü. Nazım, Piraye'yi çok sevdi. Ancak evlilik yaşamlarının 13 yılı boyunca Nazım cezaevindeydi. Daha sonra Münevver'e aşık oldu. 1951 yılında Nazım ile Piraye'nin evliliği sona erdi. Nazım Hikmet'in son aşkı ise Vera Tulyakova oldu. Tanıştıklarında Nazım 53 Vera 23 yaşındaydı.Vera, Nazım Hikmet'le geçen yıllarını Nazım'la Son Söyleşimiz adlı kitabında anlatmıştı. Çiftin tanışması Vera'nın hazırladığı bir belgesel nedeniyle oldu. Daha sonra ünlü şairini evinde buluştular. O sırada odada bulunan Tatar şair Ekber Babayev'e dönüp ‘‘Fena kız değil, ilginç, ama göğsü düz.’’der Nazım. Tatarca söylenen bu cümleyi Vera anlamış ve yüzü kıpkırmızı kesilir. Nazım'a bir çok aşk şiirini yazdıracak olan büyük aşk işte böyle başladı. Vera ve Nazım kısa süre sonra evlendi. 3 Hairan 1963 sabahı bir kalp krizi Nazım'ı Vera'dan alıncaya kadar da birbirlerini hep sevdiler. Büyük şairin cenaze töreninden önce çekilen bu kare, Vera'nın Nazım'a son dokunuşu bu sahneye tanık olanların belleğinde yer etti. Mavi kirpikli kadın aradan uzun yıllar geçtikten sonra 2001'de yaşama veda etti. KARA DUTUM, ÇATAL KARAM, ÇİNGENEM Türk resim sanatı ve edebiyatının ustalarından Bedri Rahmi'nin 'yasak aşkı'nın da buruk bir öyküsü var. Güzel Sanatlar Akademisi'nde asistanlık yapan Bedri Rahmi bir gün okula misafir öğrenci olarak gelen Mari Gerekmezyan'ı görür. Bu 'kara kızın' bakışları onun yüreğine kara saplı bir bıçak gibi saplanır. Yine büyük bir aşkla severek evlendiği Eren Eyüboğlu'nun varlığı bile kalbine söz geçiremez Bedri Rahmi'nin. 'kara dut' Mari onun bir büstünü yapar. Karşılığında da Bedri Rahmi'nin şiirlerinde ölümsüzleşir. 1946 yılında bütün dünya büyük savaşın yıkıcı etkisinden yeni yeni kurtulmaya başlamışken, Mari menenjit tükerkolüz hastalığına yakalanır. Tedavisi için gereken antibiyotik o zamanın koşullarında bir türlü bulunamaz. Sevgilisini tedavisi için gereken parayı tablolarını satarak sağlamaya çalışır Bedri Rahmi. Ama bu çabaları sonuçsuz kalır Bedri Rahmi'nin Kadınım, kısrağım, karımsın dediği Mari hastalığına yenilir. Bedri Rahmi, ardından Türküler bitti/ Halaylar durdu/Horonlar durdu/Hüzün geldi baş köşeye kuruldu / Yoruldu yüreğim, yoruldu dizelerini yazdığı Mari Gerekmezyan'ın ölümünün acısını eşi Eren Eyüboğlu'nun yanında unutturmaya çalıştı. Ama ülkesini hatta adını bile terk edip aşkının peşinden Türkiye'ye gelen Ernestine Leibovici yani Eren Eyüboğlu kocasının ihanetinin yarattığı kalp kırıklığını hiç bir zaman unutamadı. Beyazperdenin efsane aktörü James Dean 24 yıllık kısacık yaşamına bir de büyük bir aşk sığdırdı. East of Eden (Cennetin Doğusu) adlı filmi çekerken tanıştığı İtalyan yıldız Anna Maria Pierangeli'nin 'hayatının kadını' olduğunu düşündü Dean. Onlarınki ilk görüşte aşktı. Çift nişanlandı. Ancak çift hiç bir zaman evlenemedi. Bunun sebebi de Pierangeli'nin annesiydi. Dean’in Katolik olmamasını gerekçe gösteren anne Pierangeli, kızını apar topar başka bir adamla evlendirdi. Ama Anna Maria hiç bir zaman mutlu olmadı. 39 yaşına geldiğinde ise hayatına son verdi. Yazdığı son nottaki satırlar ise çok anlamlıydı. 'Ben hayatım boyunca sadece Jimmy'yi sevdim. AŞKI İÇİN ÜLKESİNİ BİLE TERK ETTİ Marilyn Monroe, Marilyn Diterich gibi yıldızların varisi olarak görülen Romy Schneider gerçekten de beyazperdenin gelmiş geçmiş en güzel kadınlarından biri. Sissy filmleriyle ünlenen Schneider, hayatının en büyük aşkını henüz 20 yaşındayken Christine adlı filmin çekimlerinde tanıştığı Alain Delon ile yaşadı. Tabii en büyük hayal kırıklığını da. Delon için ülkesinden ayrılan Schneider, çok geçmeden Alain Delon tarafından terk edildi. Hem de bir başka kadın yüzünden. Daha sonra iki kez evlendi ama yine de Delon'un açtığı kalp yaralarını bir türlü tamir edemedi. Oğlu David'in balkondan bahçeyi çevreleyen demir parmaklıkların üzerine düşüp feci şekilde ölmesi ise onu iyice yıktı. Alkole sığındı Paris'teki evinde ölü bulunduğunda henüz 43 yaşındaydı. Belki de artık 70'li yaşlarına gelen Alain Delon'un hayatındaki en büyük pişmanlıktı Schneider'e çektirdiği aşk acısı. Belki de o yüzden Cannes Film Festivali'nin kapanış töreninde o harika kadın için salonu dolduran binlerce kişiden alkış istemesi. EVLİYDİ AMA... Beyazperdenin en derin aşklarından birini Katharine Hepburn ve Spencer Tracy yaşadı. Katolik olan Tracy, sinemanın gelmiş geçmiş en güzel kadınlarından biri olan Hepburn ile tanıştığında Louise adlı bir eşi vardı. Katolik olduğu için de büyük aşkına rağmen ondan bir türlü boşanamadı. Ama bu durum bile Tracy ile Katharine Hepburn'ün büyük aşkına engel olamadı. Onlar gerçekten de ölüm onları ayırana kadar birlikteydiler hep. Sekiz filmde birlikte rol aldılar. Tracy 1967 yılında 67 yaşındayken hayata veda etti. Hepburn'un acısı o kadar büyüktü ki birlite oynadıkları son filmleri Guess Who's Coming to Dinnerı seyredemedi bile. Katharine Hepburn, 2003 yılında 96 yaşındayken hayata veda etti. Onun ölümünden sonra pek çok kişi aynı cümleyi kurdu: İşte şimdi büyük aşkı Spencer ile buluştular. Hem de sonsuza kadar. ASİ KIZIN ASİL GÜZELLİĞİ Beyazperdeye belki de onun kadar asil bir güzelliğe sahip olan bir başkası hiç gelmedi. 1952 yılında henüz 20'li yaşlarının başındayken Hollywood'a adım atan bu güzel genç kızı yapımcılar da göz ardı etmedi. Gary Cooper ile birlikte Fourteen Hours adlı filmde oynayarak sinemaya adım attı. Sonra aralarında Alfred Hitchcock'ın da bulunduğu bir çok ünlü yönetmenle çalıştı. Kelly'nin hayatının dönüm noktası High Society adlı film oldu.Bu filmle katıldığı Cannes Film Festivali'nde Monako Prensi Rainer ile tanıştı. Eşsiz güzelliği ve zarafetiyle prensi kelimenin tam anlamıyla büyüledi. Prensin evlenme teklifi gecikmedi. Grace Kelly artık gerçek bir masal prensesiydi. Üç çocukları oldu. Ama onların öyküsü 'Sonsuza kadar birlikte mutlu yaşadılar diye bitmedi ne yazık ki. Grace Kelly, 1982 yılında bir trafik kazasında yaşamını yitirdi. Grace Kelly'nin masal prensi Ranier ise ondan yıllar sonra yaşama veda etti. BİR KAZAYLA HAYATI DEĞİŞTİ 1925 yılının 17 Eylül'ünde, genç kız sevgilisiyle birlikte, o sıralar yeni yeni trafiğe çıkmaya başlayan otobüslerden birine bindi. Meksika'nın sonbahar güneşinin tadını çıkaran iki sevgilinin, biraz sonra olacaklardan haberi yoktu. Tren kızgın bir boğa gibi bütün öfkesiyle saldırdı otobüse. Kızın gencecik bedenine saplanan metal parçası, hayatı boyunca peşini bırakmayacak trajedinin en büyük halkası oldu. Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon, henüz 18 yaşındayken bu korkunç kazayı geçirmemiş olsaydı belki de sanat tarihi onun gibi bir ressamı asla tanımayacaktı. Trajedisi yoğun bir yaşam sürdü Frida Kahlo. İlk aşkı Alejandro, o korkunç kazanın mirası olan hastalıklar nüksettiğinde, Frida acılar ve çelik korseler içinde yatarken onu terkedip Avrupa seyahatine çıktı. Meksikalı Michalangelo olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera'yı görmeye ve resimlerini göstermeye gitti. İşte büyük aşk orada başladı. 21 Ağustos 1929’da evlendiler. Kahlo 1930’da eşiyle beraber ABD’ye gitti ve 1933’te Rivera aldığı duvar resmi siparişlerini bitirinceye kadar orada yaşadılar. Ama Frida ile Diego'nun ilişkisi hep iniş çıkışlı bir şekilde devam etti. Diego Rivera aralarında Kahlo'nun kızkardeşi Christina'nın da bulunduğu bir çok kadınla onu aldattı. Kahlo da boş durmadı bu arada. Evlilikleri sırasında çeşitli erkeklerle ilişkileri oldu. Bunlarda biri de Rus devriminin önde gelen isimlerinden Lev Troçki ile yaşadı. Kahlo 47 yaşında akciğer embolisi yüzünden hayata veda ettiğinde belki de bir insanın 100 yıl yaşasa hiç keşfedemeyeceği duyguları yaşamıştı. KOZMİK KARI- KOCA Efsanevi rock grubu The Doors'un 'beyni' Jim Morrison ve 'kozmik eşi' Pamela Susan Courson ile henüz grubun yeni yeni parladığı dönemlerde tanıştılar. Morrison'ın tuhaf bir törenle evlendiği Patricia Kennaly'ye rağmen Morrison'ın 'tek ve gerçek' eşi oldu Pamela. Morrison bir çok şarkısını ona ithaf etti. Birbirlerini derin bir tutkuyla seven çift, ilişkilerindeki bütün iniş ve çıkışlara rağmen hiç ayrılmazlar. Hatta Morrison, son nefesini onun yanında verdi. BEN SABIRSIZIM ERKEN GİDİYORUM 1942 yılının 23 Şubat'ında çiftin yatak odasının kapısının öğle saatlerine kadar açılmaması üzerine hizmetçileri polise haber verdiler. Yatak odasına giren polisler sırtüstü yatan bir adam ile elini onun göğsüne koymuş genç bir kadının cesetleriyle karşılaştı. Bir kaç tane de adresleri yazılıp üzerine pulları bile yapıştırılmış zarf. Usta yazarın, gideceği adreslere ulaşmayı bekleyen veda mektupları: Umarım, uzun gecenin ardından gelecek olan sabahın kızıllığını hala görebilirler! Ben, çok sabırsız olan ben, onların önünden gidiyorum. Edebiyat tarihine Satranç, Acımak, Amok Koşucusu gibi eserler armağan eden Avusturyalı yazar Stefan Zweig öüme birlikte gittiği Lotte Altmann ile tanıştığında evliydi. Sekreteri olan kendisinden 26 yaş küçük Lotte'ye aşık olması hiç de uzun sürmedi. 1939'da evlenip Brezilya'ya Petropolis'e yerleştiler. Ancak uzakta da olsa doğdugu toprakların savaşla yakılıp yıkılması ve orada yaşanan büyük insanlık suçu Zweig'i umutsuzluğa sürükledi. Daha fazla dayanamayacağını anlayıp intihar etmeye karar verdi. Lotte Altmann hayatının aşkını bu zor anda da yalnız bırakmadı. ELİN DEĞMİŞ BU MEKTUBA Onların ki Romeo ve Juliet'i bile kıskandıracak bir aşk. 12'nhci yüzyıl Fransa'sından gelen iç burkucu bir aşk öyküsünün kahramanları filozof- şair Pierre Abelard ile öğrencisi ve aynı Heloise. Döneminin en radikal filozoflarından Abelard ile Heloise'ın ki ilk görüşte aşktı. Ama Heloise'ın soylu ailesi bu ilişkiye onay vermez. Gizlice evlenirler bir çocukları olur. Heloise'ın dayısı için korkunç bir haberdir bu. Abelard'ı hadım ettirir. İki aşık baskılardan kurtulmak için farklı manastırlara sığınırlar. Ama bu aşklarının sonu değil, başka bir boyuta geçmesidir sadece. Bir daha birbirlerini hiç görmezler. Ölünceye kadar birbirlerine olan aşklarını mektuplarla anlatırlar. Gecenin doruklarında dörtnala koşturmuştuk bedenlerimizi, daha da doruklara çıkmıştık doğan güneşlerle.(...) Ben böyle seviyorum işte: zarafetini, gaddarlığını, inceliğini, kabalığını, olduğun şairi, olmadığın erkeği seviyorum. Bir zamanlar çocuk olduğun ve bir gün ceset olacağın için seni seviyorum. Hem gövdeni, hem aklını seviyorum. Bu iç burkan satırların ardındaki aşk öyküsü Aksanat Prodüksiyon Tiyatrosu da dahil bir çok oyuna, sinema filmine ve kitaba konu oldu. İki aşık yıllar sonra Paris'teki ünlü Pere Le Chaise mezarlığında sonsuza kadar ayrılmamak üzere buluştu.