Adnan Menderes'in hayatını konu alan Ben Onu Sevdim dizisi vesilesiyle bir kez daha uyarıyorum: Senaryolar yolda yaya kalıyor. Sizden tarihçilik beklemiyoruz. Sanatçıya has açık duyarga ve ölçü bekleniyor... Sinema bu asrın en etkili sanat aracıdır. İçerdiği öğeler itibariyle 19'uncu asırda Wagner’in opera için kullandığı “Gesamtkunstwerk-Tümel sanat” sözü asrımızda sinema için kullanılabilir. Buna rağmen edebi metinlerdeki, tarih monografilerindeki ayrıntıları ve derinlikleri bazen ifade edebilmesi imkansızdır, bazen de metnin aslını geçecek bir renklilik getirebilir... Yeryüzünde ve beşer tarihindeki en trajik, çarpıcı olaylar kadar günlük yaşamın tekdüzeliğinde bile sinema kendini ortaya koyacak unsurları her zaman bulabilir; bu, ustasına bağlıdır. Sinema ile propaganda yapılabilir ama dozunu kaçırıp üslupta yavanlığa ya da aşırılığa gidilirse yazık olur... “Ben Onu Çok Sevdim” dizisinin yönetmeni Mehmet Bahadır Er, merhum Başvekil Adnan Menderes'in hukukunu savunuyor. Savunmaları doğrultusunda ekrana mesela bir Celal Bayar ve İsmet İnönü getiriyor... Celal Bayar İttihatçıydı; bu vasfını ve kimliğini sonuna kadar korudu. İsmet Paşa ise askerdi; İstiklal Savaşı komutanlarındandı. Demokrasinin asla yaşayamayacağı bir dönemin başvekili ve cumhurbaşkanı oldu; Türkiye’nin demokrasiye olan sorunlu geçişini de çok hadise çıkarmadan gerçekleştirdi. 60 yaşından sonra ana muhalefet liderliğini üstlendi... Hırçın bir dönemdi. Türk politikacıları parlamenter rejime lazım olan üslubu öğrenemediler; bugün de öğrenemiyorlar ve o günden daha kötüler. Fakat bu filmde gördüğümüz gerçek İsmet Paşa ile alakası olmayan bir tip (karakter demiyorum; karakter yaratma yeteneği ne senaryoda ne de yönetmende var)... Muhalefetten bazı sivri dilliler İsmet Paşa’ya “tilki” derdi. Bu dizideki İsmet Paşa ise tilki bile değil; kasaba çarşısında kahvede oturan fırsatçılardan biri gibi... Onun kullanmayacağı bir üslup (hiçbir şekilde filmler taranmamış, ses kayıtları dinlenmemiş), ondan beklenmeyecek el hareketleri yapıyor... Unutmayalım 1950’lerde dış politika sert çizgilerle sınırlanan, tartışılmayan tabular bütünüydü. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Kore’ye niye asker gönderiyorsunuz?” diye sorulmadı; Bize tasdik ettirmeden neden gönderiyorsun? denildi. Aynı şey Menderes için de geçerli. Ne sayısız ses kayıtları ne filmleri incelenmiş; rahmetli Suha, Kemal Bekir’in oyunlaştırdığı “Düşüş” adlı piyeste II. Abdülhamid’i hatırat ve resimlerden ve yazdırdıklarından izleyerek çok daha realist canlandırmıştı... Propaganda için bu kadar tekdüze, her şeyiyle menfi ve ucuz adam kategorisine Bayar ve İnönü yerleştirilemez; zira ne olursa olsun Türkiye toplumu ve tarihi böyle basit bir terazi değildir... Yine senaryolar yolda yaya kalıyor. Sizden tarihçilik beklemiyoruz. Sanatçıya has açık duyarga ve ölçü bekleniyor... Yalnız bir noktanın üzerinde durmak lazım. Dekor ve kostüm sinemada mükemmele gidilen yönler ve burada da öyle. Oyuncular da artık kim ne derse desin eskilere göre daha profesyonel. En azından aktörlük yanında spor yapıldığı, dans edildiği anlaşılıyor. Bu sanat gelişme gösteriyor... Çok yakın bir zamanda gösterilen Hatırla Sevgiliden sonra ikinci bir Menderes dizisi Ben Onu Çok Sevdim. Ağırlık, Menderes'in gönül ilişkileri üzerinde. Nazlı Ilıcak, DP erkanından Muammer Çavuşoğlu'nun kızıdır... Onun ifadesine dikkat edin. Sıradan bir çapkın değildi. Gerçekten ilişkilerine kapıldığı anlışılıyor. Bir taraftan eşini de sevdiği görülmekte. Bir portre çizerken bu mühim... 1950-60 arası başvekilinin başka faaliyetleri de var. Menderes bir işe kendini kaptıran adamlardandı. Ve ekseriyetle bu tip adamların bilançosunda olduğu gibi doğrular ve eğriler yan yana giderdi... Türkiye onun zamanın hayli imar gördü. Doğru. İkinci Cihan Harbi'nin birikimleri ve zamanın rüzgarlarıyla Türkiye köylülüğü çiftçiliğe dönüştü. Toplum vatandaş-toplum olarak oturmaya başladı... Bu işler her zaman öyle tatlı olmaz. Politikacı sınıfı, iktidar veya muhalefet bu değişikliğe üslup olarak uymaya hazır değildi. Siyaseti ve hukuku Avrupa'da öğrendiğini iddia edenler ise Hürriyet Partisi örneğinde olduğu gibi ayrı bir yol, ayrı bir doktrin geliştirebileceklerine kolayı seçtiler... Yalpalamalarından kurtulmak için muhalefet partisine katıldılar. Misyonları böyle bitti. Memelekette maarifi geliştirmek için bir müdür, bir mühürle açılan okullar teknik eleman yetiştirmeye dikkat edilmediği için çeyrek cephelik eğitimle Türk okumuşunun düzeyinin düşmesine neden oldu... Menderes güzel Türkçe konuşurdu. Bunun ne filmlerde ne dizilerde izi yok. Duygusal ve kibar bir insandı. Köylülerin arasından geçerken hüznünden ağladığını ben küçükken gördüm ama İstanbul'u altüst ederken de Osmanlı medeniyetinin arkasından biz ağladık... Sportmen olduğunu herkes bilir. Onunla yürüyüş yapmak ve yüzerken birlikte olabilmek herkesin harcı değişmiş, çabuk kesilirlermiş... Ama aynı zamanda da fevkalade fevri ve kırıcı olabilirmiş. Bu 10 yılı yazmak kolay bir şey değil. 10 yılın ne İsmet Paşa'sı, ne Celal Bayar'ı, ne Menderes'i ne de Fatin Rüştü'sü bir kalemde övülecek veya yerilecek portreler... Bugün uyduruk tarih dersleriyle ortaya çıkanlar (mesela Menderes'i İsmet Paşa ve Türkeş astırdı gibi) bence Türk halkının tarih bilmemesi zaafından istifade ediyor... Bu pek geçerli bir yol değil. İşin garibi tarihçiye ışık tutacak adamlar sinemacılar ve tiyatroculardır... Ne var ki günümüz politikasının kendilerine göre yakın tarih yazma stratejisine sinemacı takımı da kapılmış görünüyor. Hiçbirinin uzun ömürlü görsel sanat eserleri olarak kalacağını zannetmiyorum.