Aziz Nesin’in yazılı ve görsel arşivi, doğumunun 100. yılı etkinlikleri çerçevesinde “Ömrüne Sığmayan Adam: Aziz Nesin 1915- 2015” sergisiyle sevenleriyle buluşuyor. Nesin Vakfı tarafından organize edilen ve küratörlüğünü Işın Önol’un yaptığı sergi, 9 Haziran-16 Temmuz tarihleri arasında İstanbul Tophane’de Tütün Deposu’nda gerçekleşecek. Sergide yazarın kişisel arşivinden bir seçki, elyazması notları, eşyaları, biriktirdikleri, aldığı ulusal ve uluslararası ödüller ve kitaplarının yanı sıra, yaşamı üzerine video röportajlar ve belgeseller de yer alıyor. İşte sergide yer alacak fotoğraflar ve Aziz Nesin’in anlatımlarından öne çıkanlardan birkaç alıntı... “Çocukluğumu hiç yaşamadım. Çember çevirmedim, zıpzıp, bilya alamadım elime. Uçurtma uçurmadım. Hiç, hiçbir şey... Çocuk olmuş tek günüm yok yaşamımda...” “1926’da Darüşşafaka’nın giriş sınavını 100 çocuk kazanmıştık. Aklımda kaldığına göre okula 30 çocuk alacaklardı. Bahçede, merdiven dibinde kura çekiliyordu. Çocuklar gelip elini torbaya sokuyor: Boş!.. Boş!.. Boş!.. İlk doluyu ben çekmiştim. Şimdi düşünüyorum, acı acı düşünüyorum! Ya boş çekseydim? Belki okuryazar bile olamazdım, şimdi yoktum.” “1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendisi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘Eli açık’, dünyanın en korkakları ‘Yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘Çalışkan’ gibi soyadları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.” “Yıl, 1942... Üsteğmenim. ‘Aziz Nesin’ takma adıyla dergilere öyküler gönderiyorum. O sıra ne sağcıyım, ne solcu... Dünyadan haberim yok. O zamanlar, gazetelerde yazan askerlere üstleri iyi gözle bakmadıklarından, yazılarımı kendi adımla değil babamın adıyla, Aziz Nesin diye yazdım. Bu ilk takma adım gerçek adımı örttü, Nusret Nesin unutuldu..” “Yıl, 1944... Profesyonel yazarım artık, kalemimle geçiniyorum. Sedat Simavi’nin Yedi Gün ve Karagöz’ünde çalışıyorum. İyi ki mutlu bir tesadüfle asker olabildim de okuma olanağı elde ettim, hiç değilse böylece yazar olabildim. Yoksa yazar olmak isteyip olamamış, ama kendini yazar sanan, doyumsuzlukları ve aşağılık duyguları yüzünden o dünyanın en kötü insanlarından biri olacaktım. Yazar olayım diye, askerlikten kurtulmak için yıllarca çırpınışlar... 8 yıl doğu ve batı sınırlarımızda görev. O koşullar içinde havaya uyarak erkenden evlilik. Askerlikten mahkeme kararıyla çıkarılıp 3 ay 10 gün cezaevinde kaldıktan sonra, işsiz ve parasız kaldığım gün, zengin olma yoluna değil yazar olma yoluna girmiştim.”