Görkemli bir müzikal sofra

2 Haziran 2024

Kurtuluş Savaşı biter, Cumhuriyet ilan edilir. Sırada ekonomik ve sosyal sorunlar vardır. En önemli ihtiyaçlardan biri de milli bankacılık sisteminin oluşturulmasıdır. Atatürk bir gün kayınpederi Uşşakizade Muammer Bey’in İzmir’deki evinde bulunan çalışma odasında Celâl Bayar’la uzun bir görüşme yapar. Bayar görüşmenin sonunda dışarı çıkıp Latife Hanım, kız kardeşi Vecihe Hanım ve Muammer Bey’in olduğu odaya geçer. Bayar ve Uşşakizade, Atatürk’ün 250 bin TL’sini nasıl değerlendirmesi gerektiği konusunda konuşmaya başlarlar. Muammer Bey, ithalat ve ihracat işlerini yapacak bir şirketin kurulmasını önerir. Bayar, bankacılık faaliyetinin de tıpkı ithalat ve ihracat gibi yabancıların elinde olduğunu hatırlatarak bir banka kurulmasının önemine dikkat çeker. Sonunda fikir birliğine varılır ve banka kurulmasına karar verilir. Bâkir ekonomik sahalarda iş yapacak, yatırımları finanse edecek ve her şeyi ile Türk olacak bu bankanın ismi Türkiye İş Bankası olur. Nasıl değerlendirelim diye düşünülen Atatürk’ün 250 bin

Yazının Devamı

Rollo May bu kitaba bayılırdı

26 Mayıs 2024

Boşluk duygusunu en fazla dert edinen varoluşçu psikologlardan biri olan Rollo May, “Kendini Arayan İnsan” adlı kitabında kendi klinik deneyimlerine ve meslektaşlarının gözlemlerine dayanarak 20. YY’ın ortasında bireyin esas probleminin ‘boşluk’ olduğunu söyler. Bugün 21. YY’ın ilk çeyreğini bitirmek üzereyken May’in saptaması hâlâ geçerli.

Peki nedir bu boşluk duygusu? Yine aynı kitapta May “Boşluk hissi kaynağını bireyin yaşamıyla ilgili hiçbir şey yapamayacak kadar kendisini güçsüz bulmasından alır” diyor ve şöyle devam ediyor: “Birey kendine karşı şartlanır; kendi geleceğini yönlendiremeyeceğine inanır öncelikle. Ne başkalarının davranışları ne etrafındaki dünya ne de kendi hayatı kontrolü dahilinde değildir onun kafasında. En sonunda isteklerinin ve arzularının önemi kalmaz ve her şeyden vazgeçer. Kayıtsızlık ve duygusuzluk, aslında endişelere karşı oluşturulmuş bir savunma mekanizmasıdır.”

Boşluk, doldurulmak ister. Kimi alışverişe verir kendini kimi çok çalışmaya, madde

Yazının Devamı

“Arayış umut taşır”

19 Mayıs 2024

İlk izlediğim Ömer Kavur filmi 1987 yılında çektiği “Anayurt Oteli”ydi. Lise sondaydım. Adını koyamadığım, pek de tanımadığım farklı bir hüzün. 16 yaş için fazla. Ama yine adını koyamadığım hatta hiç tanımadığım tuhaf da bir umut vermişti. İzlediğim, romanını aratmayacak güzellikte ilk edebiyat uyarlamasıydı sinemaya. Sonraki yıllar ve yaşlarda yine izledim “Anayurt Oteli”ni. “Gizli Yüz”ü, “Amansız Yol”u, “Ah Güzel İstanbul”u ve diğer tüm Kavur filmlerini. Yol hikâyeleri, insanların iç dünya dökümleri, arayış, huzursuzluk, zaman, iletişimsizlik. Ama ille de hüzün. İmza teması gibi. Üstelik diyor ki Kavur: “Hüzün korkunç bir hastalık gibi; boynunu bükersen seni yer bitirir”.  

İyi de neden ondan vazgeçmiyor? Biraz fikrim vardı ama itiraf etmeliyim ki, bunun ve Ömer Kavur’la ilgili kafamdaki diğer tüm soruların cevabını henüz 29 yaşındaki genç bir yönetmenin, Fırat Özeler’in dünya prömiyeri 52. Rotterdam Uluslararası Film

Yazının Devamı

Bir tutam yaşama sevinci

5 Mayıs 2024

Yıl 1803. Almanya’nın Bavyera yöresindeki Benediktbeuern manastırında, bugünlere uzanacak bir başyapıta kaynaklık edecek bir keşif yapılıyor. Johann Christoph von Aretin isimli kütüphaneci Latince bir el yazması buluyor. Metinler 11-12. YY’lara ait. Dönemin Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere üniversitelerinde felsefe ve ilahiyat eğitimi alan gezgin öğrencilerin yazdığı metinler bunlar. Derlenip kayda geçiriliyorlar. Lirik şiirlerden oluşan 112 sayfalık bir metin çıkıyor ortaya. Alman filolog ve editör Johann Andreas bu el yazmalarını “Carmina Burana – Beuern Şiirleri, Şarkıları” adıyla 1847 yılında yayımlıyor.

Aradan neredeyse bir yüzyıl geçiyor. 1937’de dönemin egemen müzik anlayışına kafa tutan, müzikte tiyatroyu halkla buluşturmayı ve onlara benimsetmeyi hedefleyen Alman besteci Carl Orff, metnin bir bölümünü besteliyor. Ve böylelikle klasik müziğin başyapıtlarından birine imza atıyor: “Carmina Burana”.

Tür olarak opera ve bale arasında konumlandırılan, ‘sahne kantatı’ olarak anılan bu eserde müzik,

Yazının Devamı

Annemizi affetmek

28 Nisan 2024

Bebeğin ilk nesnesi anne memesidir. Kurduğu ilk ilişki de annesiyle olan. Bu ilişkiye bilinçdışı yüklediği anlam hayatı boyunca yaşayacağı tüm ilişkilerde, toplumsal rollerde, aldığı kararlarda etkili olur. Eğer bebek kızsa, anne aynı zamanda rakiptir. Ortak fizyolojik özellikleri, bu ilişkiyi çatışmalı hâle getirir. Hangi kadın az ya da çok annesiyle çatışmamıştır ki?  

Onlardan biri de 2016 yılında intihar eden Fransız yazar, oyuncu ve fotoğrafçı Carole Achache. Annesi Monique Lange. Fransa’nın önemli yazarlarından biri. Gallimard’da editörlük yapmış, Sartre ve Simone de Beauvoir’ın kurdukları Les Temps Modernes dergisinin yazarlarından. Birçok filmde senarist olarak yer almış. Yakın arkadaşları Marguerite Duras, Jean Genet, Violette Leduc… İlk evliliğini Jean-Jacques Salomon ile ikincisini Juan Goytisolo’yla yapıyor. Vaftiz babası William Faulkner olan Carole Achache böyle bir ortama doğuyor.  

Bu kültürel zenginliğin içinde, rakibiyle boy ölçüştürmesi, onu geçmesi, kendi varoluşunu kurgulaması ne kadar zor! Ama

Yazının Devamı

Böyle günahlarımız çok olsun

21 Nisan 2024

Serin bir nisan akşamı. Wolkswagen Arena tıklım tıklım dolu. Ata Demirer Gazinosu’na gelmişiz, hayattan üç eğlenceli saat çalıp döneceğiz evlerimize. Kararlıyız. Değil mi ki sonrası iş, güç, çoluk çocuk, trafik, geçim, vs.; aynı hayatın dayattığı bilumum sıkıntı. Günahı boynumuza.  

Saat 21.00’e doğru salona giriyoruz. ‘60, ‘70’lerin assolistle rekabet edercesine şık giyinen gazino müşterisi değiliz malum. Zaten hava da üşütüyor. Montlar, kabanlar içinde ışıl ışıl sahneye bakıyoruz. Bu gazinonun mönüsü özel. Cennet taamı kahkahalar. Nasıl açız ama, servis başlasa artık.  

Önce Taşkın Sabah yönetimindeki saz heyeti yerlerini alıyor. Zeki Müren’in getirdiği ‘tek tip kıyafet’ zorunluluğuna uygun, siyahlar içindeler, şık mı şık… Bir T sahnemiz eksik ama o kadar kusur(!) derken kırmızı kadife ceket, beyaz gömlek ve siyah pantolondan mürekkep kostümüyle Ata Demirer beliriveriyor karşımızda. “Bu kıyafetle kendimi sünnetten kaçmış çocuk gibi

Yazının Devamı

“Hayat olsa olsa bir incinmedir”

14 Nisan 2024

Edebiyat tarihinin en yıkıcı aşklarından biri hiç şüphesiz İngeborg Bachmann ve Max Frisch arasında geçer. Almanca edebiyatın iki büyük yazarı, 1958 yılında Paris’te Fricsch’in yazdığı bir oyunun prömiyerinde tanışırlar. Kısa sürede birlikte olmaya karar verirler. Dört buçuk yıl sürer bu ilişki. Bachmann, bu beraberlikten çıkardığı sonucu tek romanı “Malina”da şöyle ifade eder: “Faşizm, kadın ve erkek arasındaki ilişkide başlar”.  

Roma’yı evi kabul etmiş olan Bachmann, aşkı uğruna Zürih’e taşınır. Görünürde mükemmel bir çift. İkisi de yazıyor. Aynı dili konuşuyor. Aralarında olağanüstü bir tutku var. Fakat beklediği gibi olmaz. İlişki ilerledikçe karşısında son derece bencil, kıskanç, aksi, ‘kanını emen’, ışıltısından rahatsız olan bir adam bulur. Ne var ki artık geçtir. “Kalıcı bir şey yaşamak istiyordum” diye açıklamaya çalıştığı, aslında kendisinin de tam adını koyamadığı bir bağımlılık hikâyesinin kahramanı olmuştur. Güvenli bir alan arayan

Yazının Devamı

İhanetle gelen büyük hediye

31 Mart 2024

Adı Ana Magdelena. 46 yaşında. 27 yıldır devam eden mutlu bir evliliği var. Kocası yakışıklı, anlayışlı, hoş bir adam. Belediye Konservatuvarı’nın müdürü. Çok iyi dans ediyor, çok iyi fıkra anlatıyor. Yatakta karısı kitap okurken “Cosi Fan Tutti” operasının partisyonunu söyleyen bir adam. Eğlenceli, hayat dolu biri. Kızı rahibe olma yolunda. Bu duruma canı biraz sıkkın. Oğlu da iyi bir müzisyen olacak. Dışarıdan bakıldığında ideale yakın bir aile tablosu. Esasen Ana Magdelena da böyle düşünüyor. Annesinin ölümünden bu yana her yıl gerçekleştirdiği bir rutini var. Annesinin ağustos ayındaki ölüm yıl dönümünde Karayipler’deki mezarını ziyaret edip otları temizledikten sonra, bir demet kuzgunkılıcı bırakıyor. Bizim glayöl olarak bildiğimiz zarif çiçek. Sonrasında da göl kıyısında bir otelde bir gece geçirip feribotla evine dönüyor.

Ana Magdelena edebiyat fakültesini yarıda bırakmış. Ama okumaktan hiç vazgeçmemiş. Her zaman çantasında bir kitap var. Mezarlık dönüşü de oteldeki

Yazının Devamı