Serpil Çevikcan

Serpil Çevikcan

scevikcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle cumhuriyet tarihinin en olağanüstü dönemlerinden birinin yaşanıyor olması, Başbakan Binali Yıldırım ve 65. Hükümet’in 100 günlük performansını gelişmelerden ayrı değerlendirmeyi mümkün kılamıyor.
Ancak, geride kalan 100 günü, Başbakan Yıldırım’ın tam da 15 Temmuz kalkışması etrafında sergilediği tavır ve ardından kurulan koordinasyonu esas alarak değerlendirmek de mümkün.
Bu 100 gün, Türkiye’yi uçuran projelerin adamı olarak tanınan, biraz da bu kritere sıkışan, dolayısıyla nasıl bir Başbakanlık yapacağı bilinmeyen Yıldırım’ın siyasi kariyerinde başka bir faza geçtiğini kanıtladı.
Yıldırım, 15 Temmuz darbe girişiminden önceki süreçte, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın devletin yönetim şemasına ilişkin oluşturmayı hedeflediği modalitesiyle uyumlu, geçiş döneminin gereklerinin farkında, hem devletin temel kurumları
hem de bakanlıklar arası eşgüdümü gözeten, diğer yandan Ak Parti’nin çıkış
ve tırmanış dönemini simgeleyen politika tarzını hedefleyen bir başbakan
profili çizdi.
Bu tablo, Ak Parti Genel Başkanlığı ve dolayısıyla Başbakan adaylığı açıklanırken hakim olan, “aşağıda işleri toparlayan, teknokrat bir isim” beklentisinin ötesine geçtiğini gösterdi.
65. Hükümet’in oluşumundaki dengeler ile partide kurulan Ak Parti hafızasıyla genç ekibi harmanlayan çatı yönetim üzerindeki hakimiyeti hem işini kolaylaştırdı hem de sadece, “uyumsuz bir başbakandan uyumlu başbakana geçişi” ifade ettiği yolundaki iddialara yanıt oluşturdu.
15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşanan gelişmeler ise Başbakanlık görevini, Ak Parti hikayesinde aşina olmadığımız bir sürecin sonunda üstlenen Yıldırım açısından iki şeyi ortaya koydu.
Birincisi, olağanüstü koşullarda karar alma süreçlerindeki rolü.
İkincisi ise siyasi gerekler karşısında tavır alma becerisi.
Yıldırım’ın olağanüstü koşullarda nasıl çalıştığını ilk olarak 15 Temmuz gecesi gördük.
Kararlı bir biçimde, “kalkışmanın bastırılacağı” mesajını veren Yıldırım, hem ne ile karşı karşıya olunduğunu açıkladı hem de hükümetin ve TBMM’nin işin başında olduğunu, boyun eğmeyeceklerini vurguladı.
Erdoğan’ın Bakanlar Kurulu’na da başkanlık ettiği, çok önemli kararların alındığı bu süreçte, Yıldırım’ın oynayacağı rol önem taşıyordu.
Hem kararların kamuoyuna anlatılmasında hem de devlet kurumlarının büyük çalkantı yaşadığı bir dönemde, tüm işlerin derli toplu bir biçimde yürütülmesinde ve yönetimin boşluğu oluşmasının önüne geçilmesinde merkezde yer aldı.
Siyasi gerekler karşısında tavır alma becerisini ise en çok Yenikapı ruhunun oluşumu sürecindeki katkısıyla gördük.
Muhalefet partilerinin liderleriyle sık sık temas etmesi, Beştepe ile CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki köprünün kurulmasında ve dolayısıyla Yenikapı’daki birlik beraberlik manzarasının oluşmasında belirleyiciydi.
Dün, hükümetinin 100 gününü anlattığı basın toplantısında, “Üç ay içerisinde memleketin başına gelen işler pişmiş tavuğun başına gelmedi” diyen Yıldırım, 65. Hükümet’in ne kadar olağanüstü koşullarla karşılaştığını özetledi.
Anlaşılıyor ki Yıldırım hükümeti, Suriye odaklı gelişmelerden FETÖ ile mücadeleye, devletin reorganizasyonundan halkın moralini yüksek tutmaya kadar uzanan kabarık bir listeyle çalışmaya devam edecek.
Böyle bir ortamda ekonomiyi canlı tutmak, diplomatik adımlar atmak ve oluşabilecek mağduriyetlerin önüne geçmek kolay işler değil.
Bu süreç, gerektiğinde radikal kararlar alabilmeyi de gerektiriyor.
Kabinede Erdoğan’ın onayıyla yapılan son revizyon da bu tip kararlardan biri.
Erdoğan’ın, Efkan Ala’nın İçişleri Bakanlığı görevini bırakmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamadaki ifadeleri dikkat çekiciydi.
Erdoğan, “Sayın Başbakan, mesai arkadaşlarıyla veya kendi istişareyi yapmış olduğu arkadaşlarıyla nitekim sonunda benimle de istişarede bulunmuştur. Ve ortaya sürmüş olduğu tezler haklı” ifadelerini kullandı.
Bu ifadeler, yapılan revizyonda Yıldırım’ın etkisini de ortaya koyuyor.
Yıldırım’ın Başbakan olarak ilk 100 günü böyle geçti.
Bakalım ikinci 100 günde neler olacak?