Altını çizerek belirtmek istiyorum ki...
“İç savaş” öyle “harcıâlem” bir laf değildir.
Bir ülke için “en vahim” durumdur.
Bu söylem sık sık ve olur olmaz tekrarlanarak “yüz göz olunacak” şey değildir.
Siyasetçilerden STK’lara, TV tartışmacılarına, biz gazetecilere kadar hepimiz “iç savaş”ı telaffuzdan özenle kaçınmalıyız.
Türkiye’ye tezgâh kuranların böyle bir Türkiye amaçladıkları seziliyor olsa da bu “yakın ve ciddi” bir tehlike -çok şükür ki- değildir.
İşte kaç kez denendi.
En son örneği de PKK’nın “kentlerde hendek savaşları ve özerk bölgeler” ilanıyla hedeflediği halk hareketleriydi.
Tutmadı.
Türkiye genelinde de tutmuyor.
Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet ve bu topraklarda bütün dinlerin, mezheplerin, etnisitelerin bir arada yaşama geleneği sağlam mayadır.
....................
İktidar, muhalefet partileri, STK’lar medya böyle bir uluslararası kumpasa elbette işaret edebilirler.
Ama...
Ağızlarda “sakız” haline getirilmemeli.
....................
Dehşet verici, tüyler ürpertici bir ulusal felakettir “iç savaş...”
Ve daha uyarıcı olanı...
Türkiye bu felaketin yaşandığı “fay kırıklarının kesiştiği” coğrafyadır.
Batı’daki fay hattı İspanya iç savaşıyla kırılmıştı ilk kez.
Ardından II. Dünya Savaşı sırasında İtalya ve Yunanistan’da keskin kırılmalar yaşandı.
Nihayet... Yugoslavya iç savaşı...
Sırbistan, Hırvatistan, Bosna, Karadağ, Makedonya, Kosova devletlerinin ortaya çıkması...
HHH
“Arap Baharı” ise İslam coğrafyasındaki fay hattını hareketlendirdi.
Tunus’la başladı, Libya, Mısır, Yemen ve Suriye ile devam ediyor.
HHH
Yani...
Hıristiyan Batı ve İslam Doğu fay kırılmaları Türkiye’ye dayandığında aktifliğini yitirdi.
“Kötü haber:”
Türkiye, iki aktif fay hattının kesiştiği duyarlı noktada.
“İyi haber:”
Türkiye eksikleri olsa da çoğulcu demokratik yapısıyla, binlerce yıllık devlet geleneğiyle, tüm renkleriyle bir arada yaşama kültürüyle ayakta kaldı.
Sağlamlığını sürdürüyor.
PKK’nın, DAEŞ’in kanlı ayrıştırma hedefli eylemleri elbette üzüyor, yüreğimizi kanatıyor, acı veriyor ama değil ayrıştırmak, birbirimize daha fazla yakınlaşmamıza, omuz omuza gelmemize neden oluyor.
......................
Türkiye’nin “din, mezhep, etnisite farkları” ile oynayarak “bir iç çatışmaya” sürüklenemeyeceği görülmekte.
Şimdi bir başka damar olan “kültür farkı/yaşam tarzı” üzerinden operasyon denenmekte.
O damara zehir verilmek çabasının bir örneği son “Reina” katliamıdır.
Daha önce bu sütunda Batılı bir yazarın şu söylemini yansıtmıştım.
“Türkiye’de din, mezhep, etnisite değil asıl büyük ortadan yarılma, kültür farkı yaşam tarzı eksenindedir.”
Ancak bu da tutmayacaktır.
Reina katliamı sonrası Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, Diyanet İşleri Başkanı’na, kanaat önderlerine kadar herkesin “farklı yaşam tarzlarına saygı gösterilmesi, hepsinin devlet güvencesi altında olduğu” yolunda açıklamaları ve görüş bildirimleriyle olumlu bir “kriz yönetimi” ortaya konulmakta.
.....................
Kaygıları, kuşkuları, soru işaretlerini, duyarlıkları elbette anlıyorum ama “teslimiyet, panik, abartılı karamsarlık” da gereksiz.
Laik ve demokrat Türkiye bu kötü günleri de omuz omuza aşar.