Wilhelm Hegel (1779-1831) Kabbala’ya dikkat çekecek biçimde benzeyen bir felsefe geliştirdi. Ancak, Hegel, büyük yanlış yapmış, Yahudiliği ilkel Tanrı kavramından sorumlu, bayağı bir din olarak kabul etmişti. Hegel’e göre, Yahudi Tanrısı, dayanılmaz bir Yasa’ya sorgusuz boyun eğilmesini isteyen bir tirandı.
İsa, insanları bu aşağılık kulluktan kurtarmaya uğraşmış; ancak, Yahudiler gibi Hıristiyanlar da aynı tuzağa düşmüş ve ilahi bir despot düşüncesini yüceltmişlerdi. Şimdi, bu barbar Tanrı’yı bir yana atmanın ve insani duruma daha aydın bir bakış geliştirmenin zamanıydı.
Hegel’in, Yeni Ahit polemiğine dayanan Yahudilik görüşü, metafizik Yahudilik karşıtlığının yeni bir türüydü.
Kant gibi Hegel de Yahudiliği dinle ilgili bütün yanlışlıkların örneği olarak görmüştü.
Nietzsche...
Karen Armstrong’un “Tanrı’nın Tarihi” kitabında yer aldığı gibi, “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te (1883) Nietzsche, Tanrı’nın yerini alacak “Üstinsan”ın doğuşunu bildirdi; yeni aydın insan, eski Hıristiyan değerlerine karşı savaş ilan edip, ayaktakımını çiğneyerek, zayıf Hıristiyan erdemleri sevgi ve acımanın hiçbirinin olmadığı yeni, güçlü bir insanlığın müjdesini verecekti.
Ancak bireycilik, kendi başına bir amaç haline geldiğinden, Batı’da putperestliğin yeni bir biçimi olmuştu. İnsanlar hakiki bireyselliğin tümüyle Tanrı’dan çıktığını unutmuşlardı.
Bireyin dehası, dizginleri hepten bırakılırsa tehlikeli işlerde kullanılabilirdi. Kendilerinin Tanrı gibi olduklarını sanan, “Üstinsan” soyu, korkutucu bir manzaraydı.
İslam’ın üstünlüğü
Bireyin üstünlüğü fikrinin Batı’da çürümesi karşısında, gerçek bireycilik yapısını desteklemek İslam’ın görevi oldu. İslam’ın “yaratılışın sonu” ve bireyin varoluş amacını açıklayan sufi ülküsü içinde “Kâmil İnsan” vardı. Kendisini en yüce olarak gören ve ayaktakımından nefret eden Üstinsan’dan farklı olarak, “İnsan-ı Kâmil”, “Mutlak”ı tam olarak tanımlamış ve halk kitlelerini peşinden sürükleyebilmişti. Herkes sonunda Tanrı’daki kusursuz bireyselliğe kavuşacaktı.
Araplara Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, bağımsızlık vaat edilmişti. Ancak, zaman içinde kandırıldıklarını ve kendi kaderlerine asla hâkim olamayacaklarını anladılar. Savaştan hemen sonra, İngilizlerin Filistin’i, sanki yerleşik Arap nüfusu yokmuş gibi Siyonistlere devredeceği söylentisi çıkmıştı. Bu söylentinin gerçekleşmesiyle, Arapların utanç duyma ve rezil olduğunu hissetme duygusu şiddetlendi.
Başarı dini: İslam
Hıristiyanlık acı ve çekişme dini oldu. İsa’nın çarmıha gerilmesi imgesiyle dünyevi görkem arasında uyum kurmak kolay değildi. İslam ise, bir başarı dinidir. Kuran, Tanrı’nın istencine uygun yaşayan (adaletin, eşitliğin, servetin hakça bölüşümünün geçerli olduğu) bir toplumun başarısız olamayacağını öğretmiştir. İslam tarihi de bunu doğrular. İsa’nın tersine, Hz. Muhammed başarısız değildir; göz kamaştırıcı bir başarı elde etmiştir. Başarıları, yedinci ve sekizinci yüzyıllardaki İslam İmparatorluğu’nun olağanüstü ilerleyişiyle bütünleştirilmiştir. Bu durum doğal olarak Müslüman Tanrı inancını doğrulamış, Müslüman Tanrı’nın fazlasıyla etkin olduğunu ve tarih arenasında sözünün geçtiğini kanıtlamıştır. Müslümanlık, Moğol saldırısı gibi felaketlerin bile üstesinden gelmiştir. Yüzyıllar boyunca, ümmet neredeyse kutsal bir önem kazanmış ve Tanrı’nın varlığının kanıtı olmuştur.
Şimdi ise, Müslüman tarihinde kökten yanlış giden bir şeyler var gibi ve bu kaçınılmaz olarak, Müslümanlık anlayışını da etkiliyor. Bundan böyle, Müslümanlar İslam tarihini yeniden rayına oturtma ve Kuran’ın bakış açısını dünyada etkin hale getirme çabaları içinde olacaklar.