Osmanlı yönetimi, bu denli geniş çaplı bir savaşın birkaç haftadan fazla süremeyeceğini, ilk büyük muhaberede savaşın sonucunun belirleneceğini düşünüyordu. Yolların, nakliye araçlarının ve sanayi kaynaklarının yokluğuna karşın, mevcut her şey, cömertçe ve ivedilikle askeri amaçların emrine tahsis edilmeliydi. Fark gözetmeksizin gerçekleştirilen bu faaliyetler, ülkenin ekonomik hayatını zedeleyici mahiyette dahi olsalar, bu tür yaralar zaferle sonuçlanan bir savaştan sonra kolaylıkla tedavi edilebilirdi. Olaylara bu bakış açısı, iktidarda bulunanları geleceği hiçbir şekilde düşünmeden, ülke kaynaklarını sonuna kadar harcamaya sevk etti. Bir süre sonra savaşın birkaç ay içinde sona ermeyeceği anlaşıldığında, bu bakış açısının bir intihar politikası olduğu ortaya çıktı.
Bu anlamsız aceleciliğin ekonomik sonuçları, çok vahim oldu. 1914 yılının hasadı hiç olmadık derecede iyiydi. Eğer her zamanki gibi toplanabileydi, savaş sırasında kıtlık çekilmeyecekti. Sağlam insanların aniden askere alınması, yük hayvanlarına ordu için el konulması, mahsulün hasadını imkânsız hale getirdi.
Yerel askeri makamlar, bu seferberlik emrinin mutlak bir biçimde uygulanmasının imkânsızlığını görüyor; ancak bir eleştiri ya da tereddüt ölümle cezalandırıldığı için, bu duruma karşı çıkamıyorlardı.
Bedelli askerlik
30 Türk Lirası ya da o günkü kur üzerinden hesaplandığında 135 dolar tutarında bir bedel ödemek suretiyle, bazı sınıflara askerlikten muaf olma şansı tanınıyordu. Parayı iki haftada ödemeyen, daha sonra askerlikten muaf olmak isterlerse bu tutarın iki katı ödeme yapmak zorunda kalıyorlardı.
Nakit para sahibi olma çılgınlığı, zaten zayıf olan kredi mekanizmasını tümüyle durdurdu. Her yerde insanlar paralarını çekmek için bankalara hücum etti. Büyük bankalardan biri iflas etti. Geri kalanlar durumu görüşmek üzere bir genel toplantı yaptı. Onların talebi üzerine hükümet bir aylık moratoryum (borç erteleme) ilan etti. Bu moratoryum savaş boyunca değişik süreler için on kez tekrarlandı.
İhracat duruyor
İhraç mallarının fiyatında düşüş özellikle fazlaydı. Seferberlik ilan edildiği andan itibaren dış dünyayla ticari ilişkiler tümüyle durdu. Resmen abluka altında olmamasına rağmen, sadece birkaç tarafsız ülkenin gemisi limanlarımıza gelebiliyordu. Müttefiklerimize ait gemiler de mayın döşeme amacıyla Boğazların geçici olarak kapatılması ve Osmanlı Devleti’nin genel tutumu karşısında, bir an önce kaçıp kurtulma telaşına düştüler. Taşımacılık da tamamen durduğundan, birkaç gün içinde, örneğin, afyon 300 kuruştan 90 kuruşa, tiftik yünü 20 kuruştan 8 kuruşa düştü.
Üretim merkezlerinde fiyatlar düşerken, İstanbul gibi büyük tüketim merkezlerinde panik havası hâkim oldu ve bu da temel ihtiyaç maddelerinin fiyatlarında ani artışa yol açtı.
Yabancılara imtiyaz
Türkler yabancılarla rekabet edemiyorlardı; zira onlar vergiden muaftılar. Sefirlerinin himayesi altındaydılar ve hiçbir zaman Türk mahkemelerinin yargı alanı içinde değildiler. Bazı hallerde, konsolosluk mahkemeleri doğrudan yetkiliydi. Osmanlı ise, ekonomik konularda, egemenlik haklarından yoksundu. Büyük Devletler’in izni olmadan, değer üzerinden yeknesak bir biçimde tahakkuk ettirilen gümrük tarifelerini, ayrımcı ve spesifik tarifeye dönüştüremezdi. Değer üzerinden alınan verginin genel oranının yükseltilebilmesi için ise, tüm Büyük Devletlerin oybirliğiyle karar vermesi lazımdı. Bu tür izinler genellikle verilmiyordu. Büyük Devletler’den birinin onay vermesi ancak bazı özel imtiyazlar karşılığında ve diğer ülkelerin de onaylaması koşuluyla olabilirdi.
Türkiye’de yabancı sermayeyle kurulan kamu hizmet kurumları ve bankalar sadece yabancı ya da Türk olmayan tebaayı istihdam edebiliyordu. Müslüman Türkler prensip olarak teknik işlerden ya da büro işlerinden uzak tutuluyorlardı. Onlar sadece işçi olarak çalıştırılabiliyordu.
İtibar-ı Milli Bankası
Osmanlı İtibar-ı Milli Bankası, 1 Ocak 1917 tarihinde 4 milyon Osmanlı Lirası bir sermayeyle kurulmuş ve sermayesi 400 bin hisseye ayrılmıştı. Hükümet 50 bin hisseyi ve satışa arz edilen diğer hisselerden 28 Şubat tarihine kadar satılmamış tüm hisseleri satın alma taahhüdünde bulundu. Bu bankanın devlet bankası olarak hemen Osmanlı Bankası’nın yerini alması beklenmiyordu ama ülkeyi yabancı sermayenin vesayetinden kurtarmak için, bir gün bunun gerçekleşeceği düşünülüyordu. Ayrıca, bu banka yeni milliyetçi ekonomi politikasının bir aracı olarak görüldüğünden, bu kuruma meşhur Ergani Bakır Madenleri İşletmesi de dâhil birçok imtiyazlar tanınmıştı.
Altın esası
Savaşın ilk yıllarında Türkiye, savaşan devletler arasında, Büyük Britanya hariç, “altın esası”nı koruyan tek devletti. İlk kâğıt para 1915 yılının temmuz ayında tedavüle girdi. Kâğıt para yavaş yavaş değer kaybetti ve bu da fiyatların artmasına sebep oldu; artış oranı her zaman değer kaybı oranından daha yüksekti. Bu paralar tam altın karşılığındaydı ve iki ay başa baş değişimde kaldı.
Kapitülasyonlar
Savaş hükümetinin başlıca projelerinden bir Türkiye’yi dış dünyayla ilişkilerinde tamamen eşitliğe dayalı bir konuma getirmekti. 8 Eylül 1914’te kapitülasyonları sonsuza kadar lağvettiğini bildirdi. Devletler, Osmanlı Devleti’nin öfkesini çekmek istemedikleri için bu olayı fazla güçlü bir biçimde protesto etmediler. Kendisinin fikri alınmadan atılan bu adıma kızan Alman büyükelçisi ise, eğer İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı zorla elinden alarak Osmanlı Devleti’ni bu küstahlığından dolayı cezalandırmak isterse, buna Almanya’nın karşı çıkmayacağını ciddi biçimde açıkladı. Ancak, diğer devletler, düşman bir ülkenin başlattığı böyle bir adıma katılmayı reddettiler.
Devletin ileri gelenleri, kapitülasyonların ilgasının kalıcı olmasının ancak kesin bir askeri zaferle mümkün olabileceğinin farkındaydılar. Yönetim, 1 Kasım 1916’da bir adım daha ileri giderek, kapitülasyonlar dönemini, 1856 tarihli Paris Antlaşması’nı ve Berlin Antlaşması’nı hükümsüz ilan etti.
Almanya’dan ancak 11 Ocak 1917’de olumlu bir cevap alınabildi. Bu tarihte Almanya iki ülke arasındaki ilişkileri daimi olarak düzenleyecek yeni antlaşmaları onayladı. Bu antlaşmalar milletlerarası hukuk ilkelerine dayanıyordu ve kapitülasyonları tümüyle yok sayıyordu. Bu onamanın gerçekleştiği günden bir gün önce, Wilson’un barış notasına cevap olarak, İtilaf Devletleri’nin savaşmaktaki amaçlarından birinin “halkların Türklerin kanlı zulmünden kurtarılması” ve “Batı medeniyetine kesinlikle yabancı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’dan silinmesi” olduğu ilan edilmişti.