Yeni Zelanda’da meydana gelen katliam, İslamofobi’nin ve aşırı sağın vardığı noktayı tüm dünyanın gözünün içine soktu. Batı’dan yükselip yerküreyi saran yeni bir ırkçı terör dalgasıyla karşı karşıyayız. “Öteki”ne karşı nefret dünya üzerinde herhalde hiç bu kadar sıradan ve yaygın olmamıştı.
Yaygın nefret
“Beyaz milliyetçilik” ya da “neo-faşizm” denilen bu dalganın ayak sesleri zaten ne zamandır geliyordu. Özellikle de 11 Eylül saldırılarından beri. Suriye savaşıyla birlikte hız kazanan göç dalgası da İslam ve yabancı karşıtı bu rüzgârı iyice sertleştirdi. Düşünün ki geçtiğimiz yıl ABD’de yapılan saldırıların yüzde 70’i aşırı-sağ kaynaklı.
Bu faşist hareket önceleri bireysel ve münferitti. 2011’de Anders Behring Breivik’in Oslo’da önce hükümet binasının önünde bomba patlatıp, sonra İşçi Partisi’nin gençlik kampında 77 kişiyi katletmesi gibi... Ancak bu dalga gitgide daha örgütlü ve yaygın bir hal almaya başladı. Almanya’da kendine PEGIDA adını veren (“Batı’nın İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar”) hareket, bugün ülkenin resmen en büyük sivil hareketi.
***
Tabanda esen bu rüzgâr, dünyayı siyasi olarak da dönüştürdü. Aşırı sağ Fransa’da 80’lerde marjinal bir hareketken, 2017’de Marine Le Pen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en güçlü adayıydı. Aşırı sağ Almanya’da Şansölye Merkel’in koltuğunu sallayacak, İngiltere’yi AB’den çıkaracak boyutlara ulaşmış durumda.
Yeni terör dalgası
Ancak Yeni Zelanda katliamı bize “beyaz milliyetçi terörün” kazandığı 4 yeni unsuru gösterdi. 1.si; bu terör dalgası artık sadece “öteki” ile en çok iç içe geçmiş olan Avrupa ve ABD’de baş göstermiyor. Polislerin çoğunlukla silah bile taşımadığı, dünyanın en vukuatsız ülkelerinden birine, Yeni Zelanda’ya bile sirayet etmiş durumda.
2.si; artık küresel bir ırkçı terörden söz edebiliriz. Sadece coğrafi olarak bu kadar yayıldığı için değil. Teröristin sosyal medyada yayınladığı referansların hemen hemen hepsinin uluslararası olması bunun bir tezahürü. Dahası, bu şahısların ve grupların birbirleriyle bağlantılı olduğu da ortaya çıktı. EUROPOL’ün haziranda yayımladığı rapor, tüm Avrupa ve ABD’deki bu grupların nasıl birbiriyle temasta olduğunu ortaya koyuyor. Yeni Zelanda katliamını yapan teröristin tüm dünyayı nasıl dolaştığı, gittiği yerlerde kurduğu ilişkiler de bu ağı gösteriyor.
***
3. yeni unsur, bu hareketin sosyal medya üzerinden örgütlenmesi ve büyümesi. Teröristin silahına basmadan önce saldırıyı Facebook’ta canlı yayınlamaya başlaması, bunun bir örneği. 4.sü de silahlanma. Belçika İstihbarat Servisi’nin (VSSE) yeni açıkladığı rapora göre, birçok aşırı sağcı grup lideri, “yasal ya da yasa dışı yollardan silah edinmeleri çağrısında” bulunuyor. Bu gruplarda silahlanma oranı da hızla artıyor.
Yanlış algılar
Bu ırkçı gidişatı ortadan kaldırmanın yolu ise kafalardan geçiyor. Zira öteki ve Müslüman karşıtlığı, asıl yanlış algıdan kaynaklanıyor. Bunun en başında, Müslümanlar ile radikal İslam’ın özdeşleştirilmesi geliyor. 2.si ise göçmen krizinin tetiklediği algılar.
Ipsos Mori’nin araştırmasına göre, İtalyanlar, nüfuslarının yüzde 30’unun mültecilerden oluştuğunu düşünüyor. Oysaki nüfusun sadece yüzde 8’ini oluşturuyorlar! Fransızlar da nüfusun yüzde 31’inin Müslüman olduğunu düşünürken, bu oran gerçekte yüzde 10’dan bile az. Avrupa ülkelerinde yüzde 61’i, bugün “Müslüman ülkelerden gelen göçü” en büyük tehdit olarak görüyor. Bu oran İtalya’da 2013’te sadece yüzde 3 iken, bugün yüzde 35!
***
Bu ışık hızıyla yükselen tehlikeli ırkçılığa karşı, tüm dünyada siyasilerin ve medyanın kullandığı dile sıkı düzenlemeler getirilmesi şart. Böyle bir çağrıyı da her iki “dünya”yla bağı olan Türkiye’nin yapması son derece yerinde ve etkili olur.