Avrupa Birliği’nde (AB) bu hafta ortaya çıkan tablo, aslında Türkiye için birçok bakımdan bir fırsat. Hem de aşırı sağın bu kadar güçlenmesine rağmen.
Fransa ve Almanya
Önce geçen hafta sonu yapılan Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin sonucunu hatırlayalım: Aşırı sağ artık AP’nin 4’te 1’ine hakim. Bununla birlikte, merkez sağ ve sol partiler eridi. Sağ eğilimli Avrupa Halk Partisi (EPP) ve Sosyalist-Demokratlar (S&D) 1979’dan beri ilk kez AP’de çoğunluğu kaybettiler. Bu seçimin en büyük kazananı ise özgürlükçü ve çevreci politikalarıyla bilinen Yeşiller oldu. AP’de kararların alınabilmesi için merkez partilerin artık onlara ihtiyacı olacak.
Bu yüzden Türkiye bugüne kadar EPP ve S&D ile iletişime ağırlık verirken, önümüzdeki 5 yıl dört partiyle de temasta olmak zorunda. Yani bu iki merkez partiye şimdi Yeşiller ve Liberaller de eklendi.
***
Bununla birlikte, bu seçimde en çok öne çıkan Avrupalı lider, Fransa Cumhurbaşkanı Macron oldu. AP’de her türlü koalisyonda o ve başını çektiği Liberal-Demokrat Grup (ALDE) kilit rol oynayacak. Almanya Şansölyesi Merkel de hem EPP üzerinde son derece etkili (partiye en fazla vekili onun partisi gönderiyor). Hem de Almanya AB Komisyonu ve Avrupa Konseyi içinde sözü en çok geçen devlet. Mali açıdan da AB bütçesine en fazla ödeneği sağlıyor.
Dolayısıyla, Türkiye için Fransa ve Almanya ile sağlıklı diyalog kurmak hiç olmadığı kadar önemli olacak. Özellikle de ırkçı kanada karşı. Ki onlar da Ankara’nın mesai yapması gereken bir diğer kanat. Malum, hem şu an Avrupa’nın en çok canını yakan konu hem de aşırı sağı körükleyen asıl mesele göç. İşte Türkiye de mülteci akınını önlemede oynadığı kritik rolü öne çıkararak, bu kesimle diyalog kanalları açabilir. Buzları eritebilir.
Üyelik perspektifi
AB ile iletişim dışında, tabii ki bir de Türkiye’nin kendi içinde yapması gerekenler var. Evvelsi gün AB Komisyonu, 2019 Türkiye Raporu açıklandı. Özellikle hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğü alanındaki tespitler hiç iç açıcı değil. Hakeza unutmayalım ki Macron ve Merkel de defalarca Türkiye’nin tam üyelik perspektifinin gerçekçi olmadığını söylediler.
Ne var ki AB içindeki dengeler geçici. Tam da bu yüzden üyelik perspektifini uzun vadede korumaya odaklanmalıyız. Bunun en öncelikli ayağı da vize serbestisi ve Gümrük Birliği modernizasyonu olmalı. Fransa ve Almanya ile ilişkiler bu bakımdan da önemli. Zira bu iki başlığı bloke eden Avusturya, Hollanda, Danimarka ve Güney Kıbrıs üzerinde etkili olabilirler.
Kilit rol
Tüm bunların ötesinde, unutmayalım ki karşımızda artık yeni, ırkçılıkla boğuşan bir Avrupa var. Türkiye ise iki kutbu da içinde barındıran, yani hem Batı dünyasıyla hem İslam coğrafyasıyla entegre olan tek devlet. Bu kendimize has özelliğimiz de bize çok önemli bir görev yüklüyor. O da dünyada tırmanan aşırı sağın aşılmasında rol oynamak. Batı’nın tek Müslüman parçası olarak İslam’ı Batı’da, Batı’yı İslam’da yaşatmak. Bu iki kutup arasında diyalog kanalları kurmak ve aralarındaki uçurumu azaltmak.
Ki Türkiye AK Parti döneminde 2010’lara kadar bu işlevi görmüştü. Yumuşak gücünü AB üyelik perspektifi çerçevesinde ortaya koymuştu. Hâlâ bu rolü oynamak mümkün. Ancak böyle çoğulcu bir rolü üstlenmek için, önce kendi içimizde bu ruhu yakalamamız gerekiyor. İşe, evvelsi gün açıklanan Yargı Reform Paketi gibi açılımların uygulamaya konulmasıyla başlanmalı. Özellikle de tutuklu gazeteciler ve akademisyenler konusunda acil adımlar atılmalı, tutukluluk olağan bir uygulama olmaktan acilen çıkarılmalı.
***
Unutmayalım ki daha hâlâ Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) 2004’te çıkarıp 2017’de yeniden aldığı denetimi altındayız. Seçim gündemi biter bitmez artık buna odaklanmak zorundayız.