"Göç krizi" aslında Batılıların tamamen kafasında yarattığı bir şey. Bunu İtalya’da temmuzda yapılan bir anket ortaya koyuyor. Ipsos Mori’nin araştırmasına göre: İtalyanlar, nüfuslarının yüzde 30’unun mültecilerden oluştuğunu düşünüyor. Oysaki nüfusun sadece yüzde 8’ini oluşturuyorlar!
Bu yanlış algının tüm Avrupa’ya hâkim olduğu bulunmuş. Aynı ankete göre, Almanlar mültecilerin yüzde 40’ının işsiz olduğuna inanıyor. Gerçek rakam ise sadece yüzde 8.
***
Bu da şunu gösteriyor: Göç konusunda gerçeklerle algı arasındaki uçurum muazzam. Çünkü siyasiler toplumun “öteki”ne karşı duyduğu korkuyu kullanarak popülist bir dil kullanıyor. Onlar ve medya bu dili kullandıkça da halk içindeki “kriz” algısı daha da artıyor. Bu sarmal da tüm dünyayı siyasi olarak dönüştürüyor.
En son geçen hafta Almanya’nın Bavyera eyaletinde yapılan seçimlerden, Şansölye Merkel’in koltuğunu sallayabilecek bir sonuç çıktı. Merkel’in kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU), oylarını aşırı sağa kaptırdı. Böylelikle 1954’ten bu yana ilk kez hükümeti kuramayacak kadar zayıfladı. İngiltere’yi AB’den çıkaran Brexit de bunun sonucu değil mi? Mayısta yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimleri için de şimdiden aşırı sağ alarmı çalıyor.
Bir de bizdeki gibi bir anda 4 milyon mülteciyi ülkelerinde bulsalar kim bilir neler olacaktı?
Entegrasyon şart!
Türkiye Suriyeli mültecilere karşı 2011’den itibaren Batı ülkeleri gibi güvenliğe dayanan değil, insani bir göç politikası izledi. Uygulanan “açık kapı diplomasisi”ne toplum da son derece hoşgörülü yaklaştı. Münferit olaylar dışında halk arasında pek gerilim çıkmadı. Dolayısıyla, hükümetle millet bugüne kadar el ele bu süreci başarıyla götürdü.
Ne var ki aslında bizde de algı kilit rol oynadı. Türkler hep Suriyeli göçmenlerin geçici ve “misafir” olduğuna inandı. Oysaki araştırmalar ortaya koyuyor ki mültecilerin neredeyse yüzde 80’i ülkesine geri dönmeyi düşünmüyor. Zaten göçmenlerin kalış süresi uzadıkça da toplumdan hazımsızlık sinyalleri gelmeye başlıyor.
***
Tam da bu yüzden bundan sonra bu süreci ve algıyı iyi yönetmek gerekiyor. Bu hafta İstanbul’da açıklanan uluslararası bir rapor da buna vurgu yapıyor: Washington’da bulunan ve ABD’nin en eski ve etkili düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi’nin (AC) raporu, mülteci meselesini Türkiye üzerinden ele alıyor. Çünkü Türkiye dünyanın hem 2014’ten beri en fazla mülteci ağırlayan, hem de mülteci politikasında en başarılı bulunan ülkesi. AC Türkiye Temsilcisi Defne Arslan’ın dediği gibi, “Bu raporu İstanbul gibi en çok göç alan şehirlerden birinde tanıtmak çok önemli.”
Bu başarıyı devam ettirebilmek için ise, mültecilerin kalıcı olduğu gerçeğine dayanan uzun vadeli bir “entegrasyon” planına geçmek gerekiyor. Aksi takdirde hem toplum içinde gerilim tırmanır hem de içimizde ciddi oranda işsiz-eğitimsiz-vasıfsız ve buranın kültürüne entegre olamamış bir kitle oluşur. Radikal, gettolaşmış grupların oluşma ihtimali de cabası. Hele ki şu anda Türkiye’de 4 milyonu aşkın (kayıt dışı dahil) Suriyeli mülteci olduğunu ve her gün 350 Suriyeli bebeğin doğduğunu göz önüne alınca...
Bir naçizane öneri de benden: Nüfusumuzun önemli bir kısmını oluşturan mültecilerin hızla entegre edilebilmesi ve sorunlara daha hızlı çözüm bulabilmek için, bir Göç Bakanlığı’nın kurulması sanki elzem.