"Bu olay, maalesef ifade etmek gerekir ki Türk ve Amerikan Silahlı Kuvvetleri arasında bugüne kadar en büyük güven bunalımını yaratmıştır ve bir kriz haline gelmiştir.”
Bunlar, ABD’nin kuzey Suriye’de PKK bağlantılı YPG’ye verdiği destek yüzünden söylenmiş sözler değil. Bundan 15 yıl önce, 4 Temmuz 2003 günü patlak veren meşhur “çuval olayı”ndan sonra, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün ağzından çıkan cümleler. Gerçekten de Süleymaniye’de askerlerimizin başına geçirilen çuval, daha önce benzeri görülmemiş bir kriz yaratmıştı.
Peki, bugün yaşadığımız bunalım daha mı büyük? Bunu ölçmek şu an mümkün değil. Söylenmesi mümkün olan bir şey varsa, o da ABD ile yaşadığımız krizin ne ilk ne de beklenmedik olduğu.
NATO üyeliği
Türkiye-ABD ilişkileri hiçbir zaman dikensiz bir gül bahçesi olmadı. Hatta bu ilişkinin üzerine yapışan “sorunlu ittifak” tabirini ilk kez Amerikalı tarihçi George Harris ta 1974’te yazdığı kitaba bu adı vererek ortaya atmıştı.
Aslında bu ilişkinin temeli salt iki ülke arasında değil, NATO çerçevesinde atıldı. Yani çok taraflı bir zeminde. Şöyle ki: 2. Dünya Savaşı’nda tarafsız kalmayı seçen Türkiye, savaş sonrasında Rusya’nın taleplerinden (başta Boğazlar üzerine olmak üzere) ABD’ye yaklaşarak kurtulabileceğini gördü. Dönemin Washington Büyükelçisi Feridun Cemal Erkin’in anılarında, “tarafsızlığın” Ankara’yı resmen bir boşlukta hissettirdiğini ve çok endişelendirdiğini görmek mümkün. Hakeza Türkiye Kore Savaşı’na asker göndererek bir nevi “bedel” ödedikten sonra 1952’de NATO’ya katılabildi.
Müttefiklik nedir?
Sonrası ise krizlerle dolu bir hikâye. İlk büyük kriz 1964’te Başkan Johnson’un İsmet İnönü’ye yazdığı mektupla patlak verdi. ABD siyaseti uzmanı Dr. Mehmet Yeğin, o krizi bugün yaşadığımız bunalıma göre çok daha derin buluyor. Zira Johnson mektubunda, “Kıbrıs’a müdahale ederseniz, Rusya karşısında sizi korumayız” diye tehdit ediyordu. Yani aslında iki ülkenin de üyesi olduğu NATO’nun temel anlaşmasını ihlal ediyordu. Çünkü söz konusu 5. maddeye göre, bir üye ülkeye saldırı olduğunda diğer üyeler de onu savunmak zorunda.
Yeğin, “Zaten Türkiye ve ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin temelini de bu madde, yani NATO üyeliği belirliyor” diyor. Çünkü aslında “müttefik” olmanın, iki ülkeyi birbirlerinin çıkarlarını korumakla mükellef kılmadığını söylüyor. “Dolayısıyla Ankara ve Washington’ı birbirinden sorumlu kılan tek unsur, NATO ittifakı” diyor.
***
Kısacası, hem geçmişteki birçok kriz bugünküne göre daha derin görünüyor. Hem de “müttefik” kelimesini doğru konumlandırmak, ABD’ye karşı daha gerçekçi beklentiler içerisinde olmamızı sağlıyor. O da müttefikliğin sadece ortak çıkarlar etrafında vuku bulduğu ve çıkarlar çatıştığında bu olgunun ortadan kalktığı gerçeği.
Bununla birlikte bugünkü sıkıntılarımızı körükleyen bir diğer etken de şu an Trump yönetimine hâkim olan askerlerin tümünün 1 Mart tezkeresi döneminde aktif olan generaller olması. Yani “Türkiye bizi yolda bıraktı” algısını bizzat yaşamış olmaları.
Peki, hâlâ süren ortak çıkarlarımız neler ve bunlar bugünkü krizi aşmamızı sağlar mı? Bir sonraki yazımda...