S-400 krizi iyice kızıştı. Sistemin ilk parçaları bu ay sonunda Rusya’dan gelmek üzereyken, hafta sonu ABD Savunma Bakanlığı’ndan beklenmeyen bir mektup geldi. Savunma Bakanı Hulusi Akar’a hitaben yazılan mektupta, S-400 alırsa Türkiye’nin F-35 (uçak) programından çıkarılacağı söyleniyor.
Şimdi buna “2. Johnson Mektubu” diyenler var. Yani 1964’te Kıbrıs’a müdahale öncesinde ABD Başkanı Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye göndererek, ilişkileri koparttığı o mektup...
***
Dolayısıyla öyle ya da böyle S-400 alımının Türkiye’yi zorlayacak sonuçları olacağı artık aşikâr. Peki, o zaman neden bu Rus hava savunma sistemini almaya karar verdik ki?
Patriot ve savunma ihtiyacı
Öncelikle şunu hatırlamakta fayda var: Ankara aslında en başında ABD’den Patriot sistemi almak istedi. Ama 2017’de yaptığı başvuruya, Washington ancak 17 ay sonra yanıt verdi! Ki o günden bu yana yürüyen pazarlıklara rağmen, ABD hâlâ hem fiyatı çok daha yüksek tutuyor. Hem de ortak üretime ve teknoloji transferine kapıları kapıyor. Dahası, Washington Türkiye’nin S-400 konusundaki ciddiyetini anlayıp yaptırımla tehdide başladığında, iş işten çoktan geçmişti. Moskova ile kesin anlaşma yapılmıştı.
***
Bir diğer sebep ise: S-400’ün Rus yapımı olmasından bağımsız olarak, Türkiye’nin hava savunmasını geliştirme ihtiyacı. Zira 15 Temmuz sonrasında TSK’da yapılan operasyonlarla birlikte, F-16 pilotlarının sayısı azaldı. Bu da hava savunmasında ciddi bir eksiklik ortaya çıkardı.
Buna bir de bu günlerde Türkiye’nin milli güvenliğini geliştirme ihtiyacını ekleyin. Belki de Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana en hayati sınamalarla karşı karşıyayız. Sınırlarımızın ötesinden bize yönelik tehditler giderek artıyor. Irak ve Suriye’nin parçalanma sürecinde olmaları ve bundan kaynaklanan terör koridoru tehdidi, bugün en öncelikli beka sorunu. Bu ülkelerden topraklarımıza sık sık atılan roketler ve kısa menzilli seyir füzeleri de cabası.
Bölgesel üstünlük
Hakeza bugün Türkiye, dışarıdan fırlatılan bir füze saldırısına karşı çok zayıf durumda. S-400 de piyasada bulunan en etkin uzun menzilli füze savunma sistemi. Savunma uzmanlarına göre, bu sistem Hatay’da konuşlansa, 600 km uzaklıktan bir hedefi takibe alabiliyor. Yani hemen hemen bütün Suriye, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın hava sahasını aynı anda tarayabiliyor.
Yine İzmir’de konuşlandırılan bir sistem, Batı Akdeniz ve Ege dahil bütün Yunanistan’ın hava sahasını tarayabiliyor. Ege ve Doğu Akdeniz’de (dolayısıyla Kıbrıs etrafında da) stratejik üstünlük sağlıyor. Kıbrıs açıklarında tırmanan “enerji gerilimi”ni düşününce, bunun önemi daha da öne çıkıyor.
Ayrıca Fırat’ın doğusunda oluşan terör koridorunu da zora sokuyor. Kısacası, bu sistem, Türkiye’ye bölgede ciddi derecede stratejik üstünlük kazandıracak.
Dengeleme
Zaten ABD için de tek mesele savunma sistemini Rusya’dan almamız değil. Belli ki asıl mesele, bölgede ABD’den bağımsız olarak böyle bir güç elde etmemiz. Yoksa neden Washington Suudi Arabistan’a Patriot satmışken, Türkiye’yi yıllardır oyalasın? Ankara da mutlaka bunun farkında. Bu yüzden de sadece Batı’ya bağımlı bir savunma sistemi sahibi olmak istemedi. ABD ile gitgide derinleşen krizi de göz önünde bulundurarak, kaynaklarını çeşitlendirmek istedi.
Kaldı ki giderek çok kutuplu hale gelen bugünün dünyasında, Türkiye’nin savunma kaynaklarını çoğaltması zaten elzem.
***
Ancak tüm bu haklı sebeplere rağmen, Ankara bugüne kadar olduğu gibi ABD/Batı ittifakı ile Rusya arasında çok hassas bir denge kurmaya devam etmeli. Batı’ya (özellikle NATO üyeliğimiz ve AB perspektifi düşünülünce) iki tarafın birbirinin alternatifi olmadığını, Batı ile uzun vadeli kalıcı ittifaka bağlı olduğunu iyi anlatmalı. Bu da önümüzdeki dönemde krize rağmen- ABD ile çok daha hassas bir diplomasi gerektiriyor.