Türkiye ekonomisinin son yıllardaki en büyük şansı petrol fiyatlarının zayıflığıdır. Hem ödemeler dengesini, hem büyümeyi, hem de enflasyonu etkileyen petrol fiyatları uzun bir süredir düşük seviyelerde seyrediyor. OPEC’in üretim kısıntısıyla bir ara artar gibi olmuştu ama sonra tekrar geri geldi. Halen son yedi ayın en düşük seviyelerinde bulunuyor. Eğer geçen yılın sonlarında tahmin edildiği gibi fiyatlar 60 doların üzerine çıksaydı, cari açığı ve enflasyonu daha yüksek, büyümeyi ise daha düşük bir seviyede görebilirdik.
Dünyada Brent petrolün varil fiyatı bu yazı yazıldığı sırada 45 dolar dolayında seyrediyordu. Bu seviye OPEC’in petrol üretiminde kısıntıya gideceğini açıklamasından hemen önceki seviyedir. Aradan geçen sürede günlük üretimde 1.8 milyon varillik kısıntı oldu ama fiyat yedi ay sonra tekrar başladığı yere geri döndü. Bu arada OPEC kısıntının süresini de uzattı. Böylesi bir aksiyona rağmen fiyatlar düşüyor.
Arz talepten fazla
Petrol fiyatlarının bu kadar uysal olmasının tek bir nedeni var; arz fazlalığı. 2016 sonu itibarıyla dünyadaki toplam günlük ham petrol talebi 97.9 milyon varildi. Öte yandan, arz ise 98.3 milyon. Yani talebin üzerinde. İşte bizim şansımız bu. Durum şu ana kadar bizim lehimizeydi. Bundan sonra ne olur?
Geleceğe dair görüntü de fena değil. İyimser olmamıza yol açan birkaç gelişme var:
Çin gibi belli başlı enerji ithalatçısı ülkelerin petrol stokları güçlü.
Dünya enerjisinin önemli bir bölümünü tüketen OECD ülkelerinin ticari stokları da son 5 yıllık ortalamanın üzerinde seyrediyor.
Libya ve Nijerya gibi OPEC üretim kısıntısından muaf tutulan ülkelerin üretimleri artıyor. Bunlara Irak’ı da ekleyebiliriz.
Dünyanın önde gelen üreticilerinden ABD’nin petrol üretimi istikrarlı bir şekilde artıyor.
ABD’nin kaya gazı ve kaya petrolü üretimi artıyor. Toplam petrol üretimi içinde kaya petrolünün payı yüzde 50’yi aştı.
Teknoloji fosil yakıt harici enerjiyle çalışan araçların yapımına her geçen gün daha fazla imkân tanıyor.
Şaşırmamak gerek
Geliri petrole dayalı ülkeler ise arz-talep dengesinde arzın lehine olan mevcut durumun geçici olduğu görüşünü yaymaya çalışıyor. Mesela Suudi Petrol Bakanı arz ve talebin dengelenmesi için biraz zamana ihtiyaç olduğunu ama çok geç olmadan dengeleneceeğini söylüyor. Rusya Enerji Bakanı ise daha kesin bir tarih veriyor: 2018 yılının başı.
Buna benzer öngörüleri yeni duymuyoruz. Son 3 yıldır petrol ihracatçısı ülkelerin bakanlarının “arz-talep dengelenecek, fiyatlar artacak” tahminlerini çok duyduk. Ben şahsen ilk zamanlar bu öngörüleri duyduğumda inanır, ona göre ekonomik tahminler yapmaya çalışırdım. Bu nedenle geçen yıl 40-50 dolar arasında seyreden fiyatların bu yıl 50-60 dolar bandına yerleşip 60 doları zorlayabileceğini sanmıştım. Şimdi ikna oldum ki petroldeki arz fazlalığını gidermek kolay değil. İhracatçı ülkeler arasında üretimde keskin ve uzun süreli bir kısıntı konusunda birlik sağlamak ise neredeyse bir ütopya. Bu nedenle fiyatları 35-40 dolar bandında görürsek şaşırmamak gerekir.
1 $ = 2.5 TL olur mu olursa iyi olur mu?
Goldman Sachs’ın bir raporunda TL/dolar için olması gereken adil seviyenin 2.5 olduğuna ilişkin bir değerlendirme yer alınca, geçen haftayı 1 dolar 2.5 TL olur mu egzersiziyle geçirdik. Raporun orjinalini aradım ancak bulup okuyamadığım için gazetelere yansımasını takip edebildim. Piyasalar böylesi beyin jimnastiklerini çok sever. Egzersizin konusu an gelir “1 dolar=1 TL olur mu?”dur, yeri gelir “1 dolar=4 TL olur mu?” Cazip konudur, her zaman gideri vardır.
Dünyada genel kabul gören bir adil kur seviyesi tanımı yoktur. En çok tutulan tanım alıcı ve satıcının anlaşıp işlem yaptığı kurun adil kur seviyesi olduğudur. Yine de para birimleri arasında ya da farklı dönemler itibarıyla bir karşılaştırma yapmak için bakılan Big Mac ya da İpad endeksi gibi satın alma gücüne dayalı mukayeseler yapmaya imkân veren endeksler vardır. Bu endekslere göre TL yüzde 40-50 arasında düşük değerlidir.
Reel döviz kuru endeksi
Bir de ülkelerin temel ekonomik göstergelerine bakılarak mukayeseli bir karşılaştırma yapılabilir. Bu açıdan bakıldığında, yüzde 5 dolayında büyüdüğümüz, enflasyonun yüzde 8’in altında olduğu ancak GSYH’nin yüzde 9’u kadar cari işlemler açığı verdiğimiz dönemde TL aşırı değerliydi. Cari açığın yarıdan daha azına indiği ancak büyümenin hız kestiği, enflasyonun ve işsizliğin yüksek seyrettiği son dönemde ise değersiz olduğunu görüyoruz. Benim takip ettiğim gösterge Merkez Bankası’nın Türkiye’nin ticaret yaptığı 44 ülkenin para birimlerinden oluşan sepete göre hesapladığı reel efektif döviz kuru endeksidir. Buna göre TL 2003 ortalamasına göre yaklaşık 10 puan daha düşük değerdedir. Bu endeksler bize normal koşullarda kurun yönü hakkında fikir verebilir. Politik, jeopolitik ve ekonomik koşulların normale ya da olumluya döndüğü, dışarıdan sermaye girişlerinin orta vadede istikrar kazandığı, Merkez’in para politikasını hızla gevşetmediği bir ortamda eğer kamu müdahalesi de olmazsa kurun gideceği yön aşağıdır, yani TL değerlenir.
Rekabet avantajı var
Böyle bir değerlenme Türkiye ekonomisinin arzuladığı bir gelişme. TL’nin 2015 başından bu yana olan değer kaybıyla Türk malları uluslararası pazarlarda rekabet avantajı elde etti; Türkiye bozuk dış dengesini biraz da olsa düzeltebildi. Bundan sonra yaşanacak aşırı bir TL değerlenmesi bu kazançları kısmen geri vermemize yol açabileceği gibi, TL’yi yeni şoklara karşı eskisinden daha kırılgan hale getirecektir. Dolar karşısında 2.50’lere gelmiş bir TL’nin olası bir iç ve dış şok karşısında değer kaybı, 2014-2016’daki şoklara göre çok daha sert olacaktır, o zamanlar test edilebilecek “dip seviyeler” daha aşağıdaydı. Önce 2 lira, ardından 2.20, sonrasında 2.50 ve 3 gibi psikolojik ve teknik seviyeler konuşuluyordu. Şimdi ise bir şok halinde test edilecek görünür ilk dip 13 Ocak 2017’de gerçekleşen tarihi rekor seviye, yani 3.8990 olacaktır. Mevcut euro/dolar paritesinde 3.40-3.60 lira Türkiye ekonomisi için normal bir dolar denge kurudur.